37. Sâffât Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 182 âyettir. Adını birinci âyetten almıştır. Melekler, cin, âhiret gibi konulardan bahseder, geçmiş peygamberlerin hallerini anlatır.

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1-2-3-4. (İbadet ve itaat için) saflar haline gelen, haykırıp (şeytanları, vahye musallat olmaktan uzaklaştıran/insanları günahtan hayra yönelten/bulutları) sevkeden, zikri (Kur’an’ı) okuyan (melek)lere andolsun ki şüphesiz sizin ilâhınız, elbette bir tek ilâh’tır.

(Bu âyetten meleklerin kastedildiği 164-165. âyet ve tefsirlerinden anlaşılmaktadır.)

5. (O,) göklerin, yerin ve bunlar arasındakilerin Rabbi ve doğuların da Rabbidir.[1]

6. Şüphesiz biz, (size) en yakın göğü bir ziynetle, yıldızlarla süsledik.

7. Ve (onu) azıp itaatten çıkan her şeytandan koruduk. [krş. 15/16-18; 67/5]

8-9. Onlar (o şeytanlar), “Mele-i a’lâ”yı (üstün melekler topluluğunu) asla dinleyemezler; her taraftan kovularak atılırlar. Onlar için dâimî bir azap vardır. [krş. 38/69-70]

10. Ancak, kim (o meleklerden) bir parça (söz) kaparsa, hemen onu (yakıp) delen parlak bir alev takip eder.

11. Şimdi o (inkâr ede)nlere sor (bakalım): Yaratılış/yaratma bakımından kendileri mi daha zorlu (ya da kuvvetli), yoksa bizim (o bütün) yarattıklarımız mı? Hakikat biz kendilerini (ilk önce) yapışkan bir çamurdan yarattık. (Âhirette diriltmek ise bundan daha kolaydır.) [bk. 40/57]

12. (Resûlüm!) Doğrusu sen, (onların Allah’ın kudretini inkâr etmelerine) şaşırıyorsun. Onlar da (seni) alaya alıyorlar.

13. Kendilerine öğüt verilse, öğüt tutmazlar.

14-15. Bir mucize gördükleri zaman alaya alırlar ve: “Bu apaçık bir sihirden başkası değildir.” derler.

16-17. “Biz, sahiden ölüp de bir toprak ve kemik (yığını) olduğumuz zaman mı diriltileceğiz, evvelki atalarımız da mı (diriltilecek)?” derler.

18. De ki: “Evet, hem de hor ve hakir olarak.”

19. İşte o (diriliş ânı) ancak korkunç bir ses (ikinci Sûr’a üfürüş)ten ibarettir. Hemen onlar (dirilip şaşkın şaşkın) bakacaklar.

20. Ve: “Eyvah bize! Bu, hesap ve ayrışma günüdür!” derler.

21. “(Evet) bu, yalan saymış olduğunuz (iyiyi kötüden) ayırma (ve hüküm) günüdür.” (denilecek).

22-23. (Allah meleklerine buyurur ki:) “Toplayın zalimleri, onlara eşlik edenleri ve Allah’tan başka (putlaştırıp) tapmış olduklarını. Götürün onları cehennemin yoluna (dizin).”

24. “Tutuklayın onları. Çünkü onlar sorguya çekileceklerdir.”

25. “Size ne oldu da, (şimdi azaba karşı) yardımlaşmıyorsunuz?” (denir.)

26. Doğrusu onlar o gün teslim olmuşlar (boyun eğmişlerdir).

27. Onlar birbirlerine dönüp (itham ederek) soru yöneltiyorlar.

28. (Dünyada İslâm’a uymayan işlerde kendilerine uyan kimseler, o uydukları ve yolunu takip ettiklerine:) “Doğrusu siz, bize sağdan (güya doğru görünüşlü) gelir (bizi yanıltır)dınız.”

29. (Kendilerine uyulanlar da) derler ki: “Hayır! Siz zaten inanan kimseler değildiniz.”

30. “Hem bizim, sizin üzerinizde bir otoritemiz, baskımız da yoktu. Zaten siz sapık ve azgın bir toplum idiniz!”

31. “Ama artık Rabbimizin sözü (azabı) üzerimize hak oldu. (Artık) şüphesiz biz (azabı) tadacağız!”

32. “(Evet) biz de sizi yoldan çıkardık/azdırdık. Çünkü biz zaten yoldan çıkan/azgın kimselerdik (fakat sizi zorlamadık).”

33. Şüphesiz onlar, o gün, azapta ortaktırlar.[2]

34. Muhakkak biz, günahkârlara işte böyle yaparız.

35. Çünkü onlar, kendilerine: “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.” denildiği zaman büyüklük taslıyorlardı.

36. (Peygamber’e karşı:) “Biz mecnun bir şair için, ilâhlarımızı terk mi edecekmişiz?” derlerdi.

37. Hayır! (O, bir mecnun ve şair değildir). Gerçeği getirmiş ve peygamberleri de tasdik etmiştir.

38. Doğrusu siz, o acıklı azabı elbette tadacaksınız.

39. Esasen, yapmakta olduklarınızdan başkasıyla da cezalandırılmazsınız.

40. Ancak, Allah’ın (O’na) gönülden bağlı olan (ihlaslı) kulları bu (azabı)n dışındadır.

41-42-43-44. İşte bunlar için (tadı ve özellikleri bizce) bilinen bir rızık, türlü meyveler vardır. Onlara Na’îm (nimeti bol) cennetlerde, birbirleriyle karşılıklı tahtlar üzerinde otururlarken ikramda bulunulur.

45-46-47. Onlara bembeyaz, içenlere lezzet veren bir kaynaktan dolu dolu kadehler dolaştırılır. On(u içmelerinden kaynaklanan) hiçbir sersemletme(baş ağrısı ve sıkıntı) yoktur, ondan sarhoş da olmazlar.

48-49. Yanlarında da bakışlarını (yalnız erkeklerine) çevirmiş iri (güzel/ceylan) gözlü kadınlar vardır. Sanki onlar, gizlenmiş (el değmemiş) deve kuşu yumurtası gibidirler.

50. (Cennetlikler) birbirlerine dönüp (hallerini) sorarlar.

51. İçlerinden bir sözcü der ki: “Evet, benim (dünyada) bir arkadaşım vardı.”

52-53. “(Bana:) ‘Gerçekten sen de mi (dirilmeyi) kat’î tasdik edenlerdensin? Biz ölüp toprak ve kemik olduğumuz zaman mı (dirilip) hesaba çekilecekmişiz?’ derdi.”

54. (Sonra yanındakilere:) “Siz (onun) halini bilir misiniz?” dedi.

55. Derken baktı da onu çılgın ateşin ortasında gördü.

56. (Ona) dedi ki: “Allah’a yemin ederim ki az kalsın beni de mahvedecektin.”

57. “Eğer Rabbimin (hidayet edici) nimeti olmasaydı, hiç şüphesiz ben de şimdi orada bulunanlardan olurdum.” (dedikten sonra, yanındakilere:)[3]

58-59. “Biz (artık) ilk ölümden başka ölmeyeceğiz ve azaba da uğratılmayacağız, değil mi?” (diyecek.)

60-61. Şüphesiz bu, büyük kurtuluştur; çalışanlar artık bunun (gibi başarılar) için çalışsın.

62. Böyle bir (nimete) konma (ağırlanma) mı daha hayırlı, yoksa (cehennemliklerin) zakkum ağacı mı?

63. Gerçekten biz onu, zalimler için bir imtihan (ve âhirette bir azap şekli) yaptık. (Çünkü onlar: “Ateşin içinde ağaç mı olur?” derlerdi.)

64. Şüphesiz o (zakkum), çılgın ateşin dibinden çıkan (acı, dili damağa yapıştıran, kötü kokulu) bir ağaçtır. [Zakkum için bk. 17/60; 56/51-52]

65. Tomurcukları, şeytanların başları gibi (kötü)dür.

66. İşte onlar, bundan (zorla) yiyecekler ve karınlarını bununla (tıka basa) dolduracaklardır.[4]

67. Sonra bunun üzerine, onlara kaynar su karışımı (bir içecek) vardır.

68. (İçtikten) sonra dönecekleri yer, elbet yine cehennemdir.

69-70. Çünkü onlar, babalarını (dünyada) sapmış kimseler halinde buldular. Kendileri de onların (sapık) izlerinden koşturdular.

71. Onlardan önce eski (millet)lerin çoğu da şeytana uyup sapmıştı.

72. Andolsun ki biz, onların içinden uyarıcı (peygamber)ler gönderdik.

73. İşte, bak uyarıl(ıp da yola gelmeyen, atalarının izinde gidip kula kulluk ed)enlerin sonu nasıl oldu?

74. Ancak Allah’ın ihlaslı (gönülden bağlı) kulları bunun dışındadır.

75. Andolsun ki Nuh bize seslen(ip dua et)mişti. Biz de duasını ne güzel kabul etmiştik! [bk. 54/10]

76. Biz (Tûfan’da) hem onu hem ailesini büyük sıkıntıdan (felaketten) kurtarmıştık.

77. Neslini de (kıyamete kadar) devamlı kalıcı kıldık.

78. Sonraki (gelen)ler arasında ona (iyi bir nam) bıraktık.

79. (Bütün) âlemler (insanlar) içinde Nuh’a selam olsun.

80. Şüphesiz biz, iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.

81. Çünkü o, bizim inanan kullarımızdandı.

82. Sonra (iman etmeyen) diğerlerini (suda) boğduk.

83. Şüphesiz İbrahim de onun (Nuh’ un) taraftarlarından biriydi.

84. Çünkü o, Rabbine tertemiz bir kalple gelmişti.

85. Hani o, babasına ve kavmine: “Neye tapıyorsunuz?” demişti.

86. “Bir uydurma olarak Allah’tan başka ilâhlar mı istiyorsunuz?”

87. “Âlemlerin Rabbi hakkında zannınız nedir?” (dedi.)

(Hz. İbrahim’in kavmi, yıldızlara bakıp kâhinlik yaparlardı. Bayrama çıkarken kurban keserler, gelinceye kadar güya yemeleri için putların önüne nefis yemekler koyarlardı. Hz. İbrahim’i de bayrama götürmek istediler.)

88-89. (İbrahim de kehânet yapıyormuş gibi) yıldızlara bir göz attı da: “Ben hakikaten hastayım.” dedi. (Salgın vebâdan onları korkutup yanından göndermek istemişti.)

90. Derhal onun yanından çıkıp uzaklaştılar.

91-92-93. O da gizlice onların (put olan) ilâhlarına varıp: “Hani (yemekleri) yemiyor musunuz? Neyiniz var ki konuşmuyorsunuz?” deyip üzerlerine yürüdü. Onlara (elindeki balta ile) tüm kuvvetiyle vur(up kır)dı.

94. Derken (kavmi gelip durumu görünce) koşarak onun önüne geçtiler (neden kırdığını sordular).

95. (İbrahim:) “Kendi (ellerinizle) yonttuğunuz (meydanlara diktiğiniz kendilerini korumaktan aciz) şeylere mi tapıyorsunuz?” dedi.

96-97. “Halbuki sizi de, (bu) yaptığınız (ve taptığınız) şeyleri de Allah yaratmıştır (hiç yaratılan, yaratılana tapar mı?” deyince, onlar kızdılar:) “O nun için bir bina yapın da onu (içinde yakılan) çılgın ateşe atın.” dediler.

98. Bunun için ona bir tuzak kurmak istediler. Biz de (onu kurtarıp) onları çok aşağı duruma düşürdük. [bk. 21/51-70 ve dipnotu]

99. (İbrahim:) “Doğrusu ben Rabbim(in emrettiği yer)e gideceğim. O bana yol gösterir.” dedi.

100. “Ey Rabbim! Bana iyilerden (sâlih evlat) lütfet!” diye dua etti.

101. Biz de ona yumuşak huylu bir oğul müjdeledik.

102. Artık o (İsmail) beraberinde (işe) koşma çağına erişince (babası): “Ey yavrucuğum! Doğrusu ben rüyamda seni boğazladığımı görüyorum; artık (düşün) bak, ne dersin?” dedi. (Oğlu:) “Ey babacığım! Emredildiğin şeyi yap. İnşaallah beni sabredenlerden bulacaksın.” dedi. [bk. 19/54]

103. Böylece ikisi de (Allah’ın emrine) teslim olunca (İbrahim) onu şakağı üzerine yatırdı.[5]

104. Biz ona (şöyle) seslendik: “Ey İbrahim!”

105. “Gerçekten rüyana sadakat gösterdin. Şüphesiz ki biz, iyi hareket edenleri böyle mükâfatlandırırız.”

106. “Hakikaten bu, apaçık imtihanın ta kendisidir.”

107. (Oğluna karşılık) ona büyük bir kurbanlık (koç) fidye verdik.

108. Sonraki (gelen)ler arasında ona (iyi bir ün) bıraktık (ki sonrakilerce:)

109. “İbrahim’e selam olsun.” (denilmektir.)

110. İşte iyi hareket edenleri biz böyle mükâfatlandırırız.

111. Doğrusu o mü’min kullarımızdandı.

112. Ona iyilerden bir peygamber olarak İshak’ı müjdeledik.

113. Hem kendisine hem de İshak’a bereketler verdik. Her iki (oğlu)[6]nun neslinden iyi hareket edenler de vardır, kendilerine açıkça zulmedenler de.

114. Andolsun ki biz Musa’ya ve Harun’a lütuflarda bulunduk. [bk. 21/48]

115. Onları ve kavimlerini büyük sıkıntıdan kurtardık.

116. Üstelik, onlara yardım ettik de üstün gelen kendileri oldular.

117-118-119. Onlar(ın ikisin)e apaçık (ifadeli) Kitab (Tevrat)’ı verdik ve onları doğru yola eriştirdik. Sonraki (gelen)ler arasında da onlara (iyi bir ün) bıraktık.

120. “Musa ve Harun’a selam olsun.”

121. Şüphesiz iyi hareket edenleri biz böyle mükâfatlandırırız.

122. Doğrusu onlar(ın ikisi) de mü’min kullarımızdandı.

123. Şüphesiz İlyas da elbet İsrâiloğulları’na gönderilmiş (peygamber)lerdendi. [krş. 6/85-86]

124. Hani o kavmine demişti ki: “Allah’ın emrine karşı gelmekten/azabından sakınmaz mısınız?”

125-126. “Yaratanların en güzelini, sizin de Rabbiniz, evvelki atalarınızın da Rabbi olan Allah’ı bırakıp da Ba’l (adlı put)a mı yalvarıyorsunuz?”[7]

127. Bunun üzerine onu yalanladılar. Şüphesiz bunlar yakalanıp (cehenneme) getirileceklerdir.

128. Ancak Allah’ın gönülden bağlı (ihlaslı) kulları (bunlardan) hariçtir.

129-130. Sonraki (gelen)ler arasında kendisine (iyi bir ün) bıraktık; İlyas’a da selam olsun.[8]

131. Şüphesiz iyi hareket edenleri, biz böyle mükâfatlandırırız.

132. Doğrusu o, bizim mü’min kullarımızdandı.

133. Şüphesiz Lût da elbet gönderilmiş (peygamber)lerdendir.

134-135-136. O vakit hem onu, hem ailesi (sayılanları); ancak (geride) kalanlar arasındaki ihtiyar bir kadın (olan imansız karısı) hariç toptan kurtardık, sonra öteki (kalan ahlâksız inkârcı)ları da mahvettik.

137-138. Elbet siz, onlar(ın yurtların)a hem sabahleyin hem geceleyin uğruyorsunuz. Hâlâ akıllanmayacak mısınız?

139. Şüphesiz Yunus da gönderilmiş (peygamber)lerdendi.

140. Hani o (kavmine vaadettiği azap hemen gelmeyince, Rabbinden izinsiz) dolu bir gemiye kaçmıştı.

(Gemi denizin ortasına gelince, fırtına bile yokken, batacak duruma geldi. Bunun üzerine o zamanki gemicilerin inancına göre, içlerinde bir suçlu veya efendisinden izinsiz kaçmış bir köle vardı ki onun bulunması gerekiyordu.)

141. Bunun için kur’a çektiler (kur’a üçüncü defa da Yunus’a isabet edince o,) kaybedenlerden oldu.[9]

142. (O: “Sahibinden izinsiz kaçan benim.” diye kusurunu itiraf ederek) kendisini kına(yıp denize at)mışken (emrim üzerine) balık hemen onu yuttu.

143-144. Eğer o çok tesbih edenlerden olmasaydı, insanların tekrar dirilecekleri güne kadar elbet onun karnında kalırdı.

145. (Ama o bizi tesbih etti) biz de onu hasta olarak (açık, boş) bir alana çıkarıp attık. [bk. 21/87-88]

146. Üzerine de (asmaya sarılmış) bal kabağı cinsinden (gölgelik) bir ağaç bitirdik.

147. Onu yüz bine hatta daha da fazla (kimse)lere (Ninova ve çevresine) peygamber gönderdik.

148. (Nihayet kavmi de onun arkasından, tehdit olundukları azabın geleceğini anlayınca) iman ettiler, biz de kendilerini (yaşayacakları) bir zamana kadar geçindirdik.

149. (Resûlüm!) Şimdi sor o (Mekkeli müşrik)lere: “Kız evlatlar Rabbinin de, oğullar kendilerinin mi?” [krş. 16/58; 17/40; 53/21-22]

150. “Yoksa biz melekleri dişi olarak yarattık da onlar (buna) şâhit midirler (ki ‘Melekler dişi’ diyorlar)?”

151-152. Haberin olsun ki hakikaten onlar, uydurmalarından dolayı: “Allah’ın çocuğu oldu.” diyorlar. Onlar elbette yalancıdırlar.

153. (Yoksa Allah) kızları, oğullara tercih mi etmiş?

154-155-156. Size ne oluyor? Nasıl böyle hüküm verebiliyorsunuz? Hiç mi düşünmüyorsunuz? Yoksa açık bir deliliniz mi var?

157. Eğer doğru söyleyenlerseniz, getirin kitabınızı!

158. Bir de (tuttular) O’nunla (Allah ile) cinler arasında bir hısımlık icat ettiler. Halbuki o cinler (insanlar gibi) kendilerinin de[10] (hesap için) getirileceklerini elbette bilirler.

159. Allah, onların takıp yakıştırdıkları sıfatlardan yücedir, münezzehtir.

160. Ancak Allah’ın, gönülden bağlı olan (ihlaslı) kulları (onlardan) hariçtir.

161-162-163. (Ey inkâr edenler!) Siz ve taptıklarınız, O’na karşı (kimseyi) azdırabilecek değilsiniz. Siz ancak, cehenneme girecek olan kimseyi (azdırırsınız).

164-165-166. (Cebrail’e şöyle söyletildi:) “Biz (melekler)den, her birinin belli bir makamı vardır. Şüphesiz (Allah’ın huzurunda) o sıra sıra dizilenler biziz. (O’nu) tesbih (ve tenzih) edenler de elbette biziz.”

167. Gerçi (o puta tapanlar) şöyle diyorlardı:

168-169. “Eğer gerçekten yanımızda, evvelkiler(e inen)den bir kitap olsaydı mutlaka biz Allah’ın ihlaslı kulları olurduk.” [bk. 6/156-157; 35/42]

170. Şimdi ise (Kur’an gelince) onu inkâr ettiler (kabul etmeyip dışladılar). Artık ilerde (başlarına neler geleceğini) bilecekler.

171. Andolsun ki gönderilen peygamber kullarımız için bizim (şu) sözümüz geçmiştir:

172. “Hakikaten, kendilerine yardım edilecek (ve muzaffer olacaklar)dır.”

173. “Muhakkak bizim ordumuz kesinlikle galip gelecektir.” [bk. 58/21]

174. “Onun için, bir süre onlardan yüz çevir (onları önemseme).”

175. “Gözetle onları(n başına ne geleceğini), kendileri de yakında görecekler.”

176. Şimdi çarçabuk azabımızı mı istiyorlar?

177. Fakat o (azap) onların bölgesine inince, o (önceden) uyarılmış (olup da yola gelmeyen)lerin sabahı ne kötü olur!

178. Bir vakte kadar onlardan yüz çevir.

179. Bak, gör onlar(a gelecek azab)ı; onlar da görecekler.

180. Şan ve kudret Rabbi olan senin Rabbin, onların taktıkları sıfatlardan yücedir, münezzehtir.

181. Gönderilen peygamberlere selam olsun.

182. Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.


[1] Âyet-i kerîmede “doğu”lar çoğul olarak gelmiştir. Bu ise dünyanın yuvarlak olup her gün güneşin etrafındaki yörüngesinde dönerek gitmesiyle bir sene boyunca meydana gelen doğuş yerlerinin farklılığına ve onun çokluğuna işaret etmektedir. Eğer dünya dönerek gitmeseydi, güneş aynı yerden doğardı, gece, gündüz ve mevsimler olmazdı. “Batı”lar da aynı durumda olduğundan Cenâb-ı Hak burada zikretmemiştir. Diğer âyetlerde (55/17; 70/40) ikisini beraber zikretmiştir.

[2] krş. 2/165-167; 38/59-60.

[3] Beydâvî; Mehmet Vehbi, XII, 4713.

[4] Yalnız bu dünyadakinin bile tadına bakanların bütün gün dili damağı tutkallı gibi birbirine yapışıp durur; hem acımsı hem de kötü kokuludur.

[5] Her ikisi de Allah’ın emrine itirazsız teslim oldu. Hiç bir şey onlara engel olmadı. Buradan anlıyoruz ki Allah’a kulluk ve imtihanı kazanmak için, O’nun emirlerini yerine getirmede herhangi bir şeytânî engeli tanımamak gerekir. Kurban edilen ise Hz. İsmail’dir. Muharref Tevrat’ta geçtiği gibi Hz. Yakub değildir (Feyizli, s.109-113).

[6] Elmalılı, V, 4065.

[7] Şam bölgesindeki Bek isimli şehir, bu puttan dolayı Ba’lbek adını almıştır (Beydâvî).

[8] Hz. İlyas’ın vefatından sonra (M.Ö. 850) Kuzey Filistin’de onun yerine yanında 10-12 yıl yetişmiş olan Elyesa tebliğe memur edildi.

[9] Râzî, XIX, 13.

[10] Veya, onların böyle söylemeleri yüzünden hesap için getirileceklerini bilirler.