6. En'âm Sûresi

Mekke döneminde nâzil olmuştur. 165 âyettir. En‘âm, kurbanlık hayvan cinsleridir. Araplar’ın bu hayvanlara karşı yanlış inanç ve gelenekleri 136,138,139 ve 142. âyetlerde kınanmış ve sûreye En‘âm (hayvanlar) adı verilmiştir. İbn Abbas’a (ra.) göre sûrenin 91, 93, 151, ve 153. âyetleri Medine döneminde inmiştir. Diğer bir rivâyette 20, 21, 114 ve 141. âyetleri de Medine döneminde nâzil olmuştur.[1]

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Hamdolsun, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah’a. (Öyle iken) yine de küfre sapanlar (başkalarını) Rablerine denk tutuyorlar.[2]

2. O, sizi (önce) çamurdan yaratan, sonra (da) bir ecel tayin edendir. O’nun katında bir de ecel-i müsemmâ (kıyametle ilgili ecel) vardır. (Bu hakikatten) sonra, siz hâlâ (dirilmekten) şüphe ediyorsunuz ha!

3. Göklerde de yerde de hakiki İlâh (ve mâbûd) sadece Allah’tır. (O) gizlediğinizi de açığa vurduğunuzu da bilir. (Hayır ve şerden) kazandıklarınızı da bilir.

4. (Böyle iken) onlara, Rablerinin âyetlerinden bir âyet gelmeye görsün, mutlaka ondan yüz çevirirlerdi.

5. İşte onlar, kendilerine hak (Kur’an ve Muhammed) gelince onu yalan saydılar. Fakat kendisiyle alay ettikleri şeyin (acı) haberleri yakında onlara gelecektir.

6. Bizim, kendilerinden önce nice nesilleri helak ettiğimizi görmediler mi? Yeryüzünde size vermediğimiz imkân (ve yer)leri onlara verdik ve (ihtiyaç anında) üzerlerine semadan bol bol yağmur gönderdik, (evlerinin) alt tarafından akan ırmaklar yaptık. Fakat (âsî oldular da) günahları yüzünden biz de onları (azapla) helak ettik ve onların peşlerinden başka bir nesil meydana getirdik. [bk. 8/25, 54; 29/40; 51/59]

7. (Ey Resûlüm!) Sana kağıtta (yazılı) bir kitap gönderseydik de ona elleriyle dokunsalardı, yine inkâr edenler: “Şüphesiz bu apaçık bir sihirden başka bir şey değildir.” diyeceklerdi.

8. Ona: “(Bizim de görebileceğimiz) bir melek indirilseydi ya!” dediler. Eğer bir melek indirseydik, elbette (yine iman etmezler, fakat helak olmaları hususunda) iş bitmiş olur, artık onlara hiç göz açtırılmazdı.

9. Eğer onu (Hz. Muhammed’i) bir melek yapsaydık, elbet onu da yine bir adam (şeklinde) yapar (gösterir)dik ve onları düştükleri şüpheye yine düşürürdük. [bk. 17/95; 23/24]

10. (Ey Resûlüm!) Hiç kuşkusuz, senden önceki peygamberlerle de alay edildi. (Fakat) onlarla alay edenleri, alay ettikleri şeyler kuşat(ıp mahvet)ti.

11. De ki: “Yeryüzünde gezip dolaşın, sonra da (peygamberleri) yalanlayanların sonlarının nasıl olduğuna bakın.”

12. De ki: “Göklerde ve yerde olanlar kimindir?” De ki: “Allah’ındır.” O, rahmet etmeyi bizzat kendi üzerine yazmıştır. Sizi elbette hakkında hiç şüphe olmayan kıyamet gününde toplayacaktır. (Akl-ı selîmini kullanmayarak) kendilerini ziyana uğratanlar var ya, işte onlar iman etmezler.

13. Gece ve gündüzün içinde barınan (her) şey O’nundur. O, hakkıyla işiten, gerçek bilendir.

14. (Ey Resûlüm!) De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, (bütün yaratıkları) beslediği halde, beslenme ihtiyacı olmayan Allah’tan başkasını mı velî (dost ve işlerimi kendisine bıraktığım vekil) edineceğim?” (Yine) de ki: “Bana, müslüman olanların ilki olmam emredildi ve ‘asla müşriklerden olma’![3] (buyuruldu.)”

15. De ki: “Eğer ben Rabbime isyan edersem, o büyük günün azabından korkarım!”

16. O (kıyamet) günü, (azap) kimden giderilirse, (Allah) ona mutlaka merhamet etmiştir ki bu da apaçık bir kurtuluştur.

17. Eğer Allah, sana bir zarar dokundurursa, kendisinden başka onu giderecek hiçbir güç yoktur. Yine, sana bir hayır dokundurursa da (öyledir). Çünkü O, her şeye kâdirdir.

18. O, kullarının üstünde eşsiz kudret ve yetki sahibidir. O, mutlak hüküm ve hikmet sahibidir her şeyden hakkıyla haberdardır.

(Mekkeliler Resûlullah’a: “Yâ Muhammed! Biz yahudi ve hıristiyanlara seni sorduk, onlar da senin resûl olmadığını haber verdiler. Öyleyse senin peygamberliğine kim şahitlik edecek?” demişlerdi. Bunun üzerine aşağıdaki âyet-i kerîmeler nâzil oldu.)

19. De ki: “Şahitlik bakımından hangi şey daha büyüktür?” (cevap olarak) de ki: “(Benim hak peygamberliğime) benimle sizin aranızda, Allah şahittir. Bu Kur’an bana, gerek sizi, gerek ulaştığı herkesi uyarmam için vahyedildi. Siz, Allah ile beraber başka tanrılar olduğuna şahitlik mi ediyorsunuz?” (Cevaben) de ki: “Ben şahitlik etmiyorum.” “O, ancak bir tek ilâhtır. Muhakkak ki ben sizin ortak koştuğunuz şeylerden de uzağım.” de.

20. Kendilerine kitap verdiklerimiz, o (Muhammed’in hak ve son peygamber olduğu)nu, kendi öz çocuklarını tanıdıkları gibi tanırlar. (Fakat haktan saparak) kendilerini hüsrana/ziyana uğratanlar var ya, işte onlar iman etmezler. [bk. 61/6; krş. 2/146]

21. Allah’a karşı bir yalan uydurandan veya O’nun âyetlerini yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Zalimler, kesinlikle iflah olmaz/isteklerine ulaşamazlar.

22. O gün onların hepsini toplayacağız, sonra da ortak koşan (ve putlara ve putlaştırdığı şeylere tapan)lara: “Hani, eş (ilâh) sandığınız ortaklarınız nerede?” diyeceğiz.

23. Artık onların: “Rabbimiz Allah’a yemin ederiz ki biz ortak koşanlardan değildik.” demelerinden başka (mazeret ve) çareleri kalmadı.

24. Bak, kendilerine karşı nasıl yalan söylediler! (Allah’a karşılık) uydurmuş oldukları şeyler de kendilerinden ayrılıp kayboldu.

25. Onlardan seni, (Kur’an okurken kasıtlı) dinleyenler vardır.[4] Buna karşı biz de, onlar an(layıp kötüye yorum)larlar diye kalplerinin üzerine perdeler, kulaklarının içine de ağırlık koyduk. Onlar, her türlü delili/mucizeyi görseler de yine ona inanmazlar. Hatta o küfre sapanlar/inkârcılar sana geldikleri zaman: “Bu (Kur’an), öncekilerin masallarından başka bir şey değildir.” diyerek seninle çekişirler. [krş. 2/7]

26. Onlar, hem (insanları) ondan (Kur’an’dan) uzaklaştırırlar, hem de kendileri ondan uzak dururlar. Böylece ancak kendilerini mahvederler de hâlâ düşünmezler!

(Kur’an ve müslümanlara gizli veya açık düşman olanlar, her devirde çeşitli adlar altında ayırımcılık yapmışlar, müslümanlara saldırılarını çeşitli şekilde gerçekleştirmişler, aynı zamanda Kur’an’ın yaşanmasına giden yolların önünü kesip kapatmaya çalışmışlardır.)

27. Ateş karşısında durdurulunca onların: “Keşke biz (dünyaya) geri döndürülseydik, Rabbimizin âyetlerini yalanlamaz ve inananlardan olurduk.” dediklerini bir görsen!

28. Hayır, bundan önce gizledikleri (şirk, küfür ve isyan gibi) şeyler artık açıkça karşılarına çıktı(ğından böyle söylüyorlar). Eğer geri döndürülseler, yine kendilerine yasak edilen şeylere geri dönerlerdi. Çünkü onlar şüphesiz yalancıdırlar. [bk. 32/12]

29. O (akıllarını putlaştırıp bencil yaşaya)nlar: “Hayatımız, bu dünyadakinden ibarettir. Biz, bir daha dirilecek de değiliz.” dediler.

(Allah’a, O’nun yaratıcılığına ve O’na hesap vereceğine inanmayanlar ve bunun için de hayatı bu dünyadan ibaret sayanlar, az da olsa her devirde bulunmaktadır. Bunlar, beş duyu ile algılanmayan şeyleri reddederler. Tabiatı (doğayı) yaratıcı kabul ederler. Bunlara, natüralist (dehriyyûn) denildiği gibi, her şeyde maddeyi esas aldıkları için materyalist de denilmiştir. Bunlar, gözleri madde sınırını aşmayan, gönülleri hidayet ışığına ulaşamayan, aklı araç değil mutlak ölçü edinen, kalpsiz kafalara sahip kimselerdir.) [bk. 44/35; 45/24]

30. Rablerinin huzurunda durdurulmuş iken onları bir görsen! (O zaman, Allah:) “Bu (âhiret hayatı) gerçek değil miymiş?” diyecek. Onlar da: “Evet, Rabbimiz hakkı için gerçektir.” diyecekler. O da: “Öyleyse, küfre sapmanız yüzünden tadın azabı!” buyurur.

31. Allah’a kavuş(up huzura çık)mayı yalan sayanlar, gerçekten ziyana uğradılar. Nihayet kendilerine kıyamet ansızın gelince, onlar kendi günahlarını sırtlarına yüklenerek (gelirler ve): “Orada (hayatta iken) işlediğimiz büyük kusurlardan dolayı yazıklar olsun bize!” derler. Dikkat edin, o yüklenip taşıdıkları şeyler ne kötüdür!

32. Dünya hayatı bir oyun ve oyalanmadan başka bir şey değildir. Âhiret yurdu ise takvâlı olanlar (Allah’ın emrine uygun yaşayanlar/aykırı davranmaktan sakınanlar) için elbet daha iyidir. Hâlâ düşünmeyecek misiniz?

33. (Resûlüm!) Biz çok iyi biliyoruz ki onların (yani seni ve âhireti yalan sayan birtakım kimselerin) söyledikleri elbette seni üzüyor. Gerçekte onlar seni yalanlamıyorlar. Fakat o zalimler aslında, bile bile Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar. [bk. 48/28; 61/8-9]

(Ebû Cehil, Resûlullah’a: “Biz sana yalancı demiyoruz; çünkü senin emin ve sâdık olduğunu hepimiz biliyoruz. Ancak senin getirdiğin âyetlere inanmıyoruz.” demiştir.)

34. Andolsun ki senden evvelki peygamberler de yalanlandı. Kendilerine yardımımız gelinceye kadar, eziyet edilmelerine ve yalanlanmalarına karşı sabrettiler. Allah’ın kelimelerini (yardım vaadini), değiştirebilecek hiç kimse yoktur. Andolsun ki gönderilen (o peygamber)lerin haber(ler)inden bir kısmı sana geldi.

35. Eğer onların (imandan) yüz çevirmeleri (mevcut mucizelere rağmen) sana pek ağır geliyorsa, (onların müslüman olmalarını temin için) yere (inilecek) bir tünel veya göğe (çıkılacak) bir merdiven arayıp bulabilirsen, onlara kendin bir mucize getir (yoksa sabret). Allah dileseydi onları hidayet üzere toplardı. O halde (onların lüzumsuz tekliflerine uyarak) sakın cahillerden olma!

(Bu âyetten anlaşıldığına göre mucize göstermek peygamberin elinde değildir. Onlar mucize isterler, Allah da dilerse onlara mucize gösterme imkânı verir. Bu da peygamberlerin hak ve doğru olduklarına delildir. Hidayeti de ancak Allah, kulların iyi niyet ve hallerine göre verir. Hidayet, peygamber’in bile isteğine göre değildir.)

36. Ancak (candan) dinleyenler senin davetini kabul eder; (kalpleri) ölülere gelince, onları Allah (âhirette) diriltir, sonra da (hesap için) ancak O’na döndürülürler.

37. (Mekke kâfirleri) dediler ki: “O’na Rabbi tarafından bambaşka bir delil (mucize) indirilseydi ya!” (Onlara) de ki: “Şüphesiz Allah başka bir delil (mucize) indirmeye kâdirdir.” Fakat onların çoğu (inanmayınca başlarına gelecekleri) bilmezler.

38. Yerde hareket eden hiçbir hayvan ve (havada) kanatlarıyla uçan hiçbir kuş yoktur ki (yaratılış ve yaşayışta) sizin gibi bir toplum teşkil etmesinler. Kitab’da biz, hiçbir şeyi eksik bırakmadık. Nihayet (onların hepsi), ancak Rablerinin huzuruna toplanacaklardır.

39. Âyetlerimizi yalanlayanlar, (küfür, cehâlet, ihtiras gibi) karanlıklar içinde olan birtakım sağırlar ve dilsizlerdir. Allah kimi dilerse (niyet ve amellerine göre) sapıklıkta bırakır, kimi de dilerse doğru yola yöneltir.

40. De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, ‘bana söyleyin bakalım’ size Allah’ın azabı gelse ve size o (kıyâmet) saat(i) gelse, yine Allah’tan başkasına mı yalvarır (ve dua edip sığınır)sınız?”

41. Hayır! Ancak O’na dua edersiniz. O da dilerse, kendisine dua ettiğiniz (bela ve musibet)i açar (giderir). Siz de o anda ortak koştuklarınızı/yüceltip putlaştırdıklarınızı unutursunuz.

42. Şüphesiz senden önceki ümmetlere de peygamberler gönderdik (fakat dinlemeyip âsî oldular. Tevbe edip bize) yalvarsınlar diye onları ansızın (kıtlık ve hastalık gibi) darlık ve sıkıntıyla yakalayıp cezalandırdık.

43. Hiç olmazsa (sıkıntı ve felaket gibi) azabımız geldiği zaman yalvarsalardı. Fakat kalpleri katılaştı, şeytan da yapmakta oldukları (günahları)nı kendilerine hoş gösterdi.

44. (Onlar da) hatırlatılan (ikaz ve öğüt)leri unutunca, onlara her şeyin (her imkânın) kapılarını açtık. Nihayet kendilerine verilen (bol) şeylerle şımar(ıp günaha dal)dıkları sırada, ansızın onları yakalayıverdik de birdenbire ümitsiz kalıverdiler.

45. Böylece o zulmeden (küfür ve isyana sapan) toplumun ardı kesildi (kökü kurudu). Âlemlerin Rabbi olan Allah’a hamdolsun.

46. (Resûlüm!) De ki: “Söyleyin bana; Allah, işitme (duyu)nuzu, gözlerinizi alırsa, kalplerinizin üstüne de mühür vurur (idrakinizi giderir) ise, Allah’tan başka (onları) geri getirecek ilâh kimdir?” Bak nasıl âyetleri türlü türlü açıklıyoruz, sonra onlar yine de yüz çeviriyorlar.

47. De ki: “Bana haber verin; eğer Allah’ın azabı ansızın ya da açıkça size gelse, zalimler toplumundan başkası helak olur mu?”

(Zulüm iki çeşittir: Biri, kişilerin nefislerine zulümleridir ki onların günahları, şirke sapmaları, Allah’ın emirlerine itaatten çıkmaları ve birbirlerine zulmetmeleridir. Diğeri de, idarecilerin zulmüdür ki halkının haklarını onların razı olmayacağı yerlere harcamak, onları sıkıntı içinde yaşatmak ve düşmanların istilasına elverişli hâle getirmek şeklinde tezahür eder.[5] Bundan dolayı asla zulmedenlerin yanında olunmamalıdır.) [bk. 6/129; 11/101, 102, 113; 18/59; 42/40]

48. Biz, peygamberleri ancak müjde verici ve uyarıcı olarak göndeririz. O halde kim iman eder ve (kendini) düzeltirse, onlara hiçbir korku yoktur, onlar üzülecek de değillerdir.

49. Âyetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlara da, fâsık olmaları (Allah yolundan sapmaları) yüzünden azap dokunacaktır.

50. De ki: “Ben size, ‘Allah’ın hazineleri yanımdadır’ demiyorum. (Ben kendiliğimden) gaybı da bilmem. Size, ‘ben meleğim’ de demiyorum. Ben, bana vahyedilen (Kur’an’)dan başkasına uymam.” (Yine) de ki: “Körle, gören bir olur mu? Hiç düşünmüyor musunuz?”

51. Rableri(nin huzuru)na toplanacaklarından korkanları, onunla (Kur’an ile) uyar. Çünkü onlar için (Allah’tan) başka hiçbir dost ve şefaatçi yoktur. Ola ki Allah’ın emrine uygun yaşarlar/günahlardan korunurlar.

52. Rablerine sırf O’nun rızasını isteyerek sabah akşam yalvaran (fakir)leri, (müşriklerin arzusuna uyarak) kovma! (O müşrikler, sen fakirlerle birliktesin diye isterse iman etmeyecek olsunlar.) Onların hesabından sana hiçbir şey (hiçbir sorumluluk) yok, senin hesabından da onlara hiçbir şey yoktur. Bu nedenle o (bîçâre insa)nları kovmakla (sen) zalimlerden olursun.

53. Böylece onlardan bir kısmını diğeriyle imtihan ettik ki bu sebeple onlar: “Allah, (biz dururken) aramızdan (bula bula) bunlara mı lütufta bulundu?” desinler. Allah “şükrünü yerine getiren” (ve kimin samimi olup lütfuna layık kimse)leri daha iyi bilmez olur mu?

54. (Ey Resûlüm!) Âyetlerimize inananlar sana geldiği zaman de ki: “Selâmun aleyküm” (Allah’ın selamı üzerinize olsun), sizden kim bilmeyerek bir fenalık (bir günah) işler de sonra ardından tevbe eder ve kendini düzeltirse, Rabbiniz (ona) rahmet etmeyi (acıyıp esirgemeyi) kendi üzerine yazmıştır. Çünkü O, çok bağışlayıcı ve çok merhamet edicidir.

55. Böylece günahkârların yolu (mü’minlerin yolundan) ayırt edilsin diye, âyetleri (geniş geniş) açıklıyoruz.

56. De ki: “Allah’tan başka (bağlanıp) taptığınız/tapındığınız şeylere kulluk etmem bana yasak kılındı.” (Yine) de ki: “Sizin ‘hevâ ve hevesinize’ uymayacağım. Aksi halde gerçekten ben de sapmış ve doğru yolu bulanlardan olmamış olurum.”

(Hevâ ve hevesine göre hareket edenler, Allah’ın gönderdiği din yerine kendi düşünce ve sistemlerini koyanlar ve onu esas alanlar, sahte ilâhlık yapmış ve şirk içinde olmuş olurlar.) [bk. 25/43; 45/23]

57. De ki: “Şüphesiz ben Rabbimden (gelen) açık bir delil üzerindeyim (Kur’an’a dayanmaktayım), siz de onu yalanladınız. Sizin acele gelmesini istediğiniz (ilâhî azap),[6] benim yanımda (elimde) değildir. Hüküm vermek ancak Allah’a aittir. (Bu hususta) gerçeği O anlatır. O, (doğruyu eğriden) ayırt edenlerin en hayırlısıdır.”

58. (Onlara) de ki: “Acele gelmesini istediğiniz şey benim yanımda (elimde) olsaydı, benimle sizin aranızda iş, elbette (çoktan) bitirilmişti.” (Fakat) Allah, zalimleri daha iyi bilir.

59. Gaybın anahtarları da O’nun katındadır, onları O’ndan başkası bilmez.[7] Karada ve denizde olan (her) şeyi O bilir. Bir yaprak düşmez ki (Allah) onu bilmesin. Ne yerin karanlıkları içindeki bir tane, ne yaş, ne kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir Kitab’da (Levh-i mahfûz veya ilm-i İlâhî’de) olmasın.

60. Geceleyin sizi öldür(ür gibi uyut)an, gündüzün ne kazandığınızı bilen, sonra belli bir ecel tamamlansın diye gündüzde sizi dirilt(ircesine uyandır)an O’dur. Sonra, dönüşünüz ancak O’nadır. Sonra (O, dünyada) yaptıklarınızı size haber verecektir (sizi hesaba çekecektir). [krş. 39/42 ve açıklaması]

61. O, kulları üzerine mutlak galiptir. Size (bütün amellerinizi yazıp gözetmeye) bekçi (melek)ler gönderir. Nihayet birinize ölüm gelince, elçilerimiz eksik ve fazla yapmaksızın onun canını alırlar.

62. Sonra onlar, gerçek Mevlâları olan Allah’a döndürü(lüp götürülür)ler. Haberiniz olsun ki hüküm ancak O’nundur ve O, hesap görenlerin en çabuğudur.

63. (Resûlüm!) De ki: “‘Bizi bundan kurtarırsa, ancak şükredenlerden olacağız’ diye, gizli ve (açık) sızlanarak dua ederken, karanın ve denizin karanlıklarından (tehlikelerinden) sizi kurtaran kimdir?”

64. De ki: “Ondan ve her türlü sıkıntıdan sizi Allah kurtarır. Sonra siz yine de (Allah’tan başkalarını önde tutarak) müşriklik edersiniz.”

65. De ki: “O (Allah) size üstünüzden veya ayaklarınızın altından (çeşitli afetlerle) bir azap göndermeye veya (karşı) gruplar halinde sizi birbirinize katıp kiminize kiminizin hıncını tattırmaya gücü yetendir.” Bak, âyetleri iyice anlasınlar diye nasıl türlü türlü açıklıyoruz.

(Önceki kavimlerden niceleri gönderilen peygamberlere karşı isyan ve taşkınlık yaptılar. Bu halleri devamlılık kazandığında Allahu Teâlâ, onlara gökten ve yerden felaketler verdi. Bazılarının üzerine taş yağdırarak, bazılarını suda boğarak, bazılarını şiddetli zelzeleyle yere batırarak, bazılarını da şiddetli kasırga göndererek helak etti. Yine yüce Allah’ı ve peygamberini dinlemeyen bir kısmını da karşıt gruplara ayırıp kiminin hıncını kimine tattırdı. İşte bu âyet-i kerîme, burada üç türlü cezaya işaret ederek Son Peygamber’in ümmetine, Allah’ı, Peygamber’i ve emirlerini bırakıp sapıklık ve taşkınlığa düşmemeleri için yapılan bir uyarıdır.)[8]

66. O (Kur’an), gerçek olduğu halde, kavmin onu yalanladı. De ki: “Ben, sizin üzerinize (bir uyarıcıyım, azaptan kurtaracak) vekil değilim.”

67. (Kur’an’daki) her haberin, kararlaşmış/gerçekleşecek bir zamanı (ve mekânı) vardır. Siz de onu artık yakında öğreneceksiniz. [bk. 38/88]

68. Âyetlerimiz hakkında (biçimsiz ve alaylı sözlerle) münasebetsizliğe dalanları gördüğün zaman, onlar başka bir konuya geçinceye kadar onlardan yüz çevir (tavır göster, karşı savunmanı yap veya müslüman olmanın gereği olarak orada durma). Eğer şeytan, sana (bunu) unutturursa, hatırladıktan sonra (hemen kalk) artık o zalimler topluluğu ile oturma! [krş. 4/140]

69. Takvâlı olan (Allah’ın emirlerine uygun yaşayan/günahlardan korunan)lara, o (inanmaya)nların hesabından dolayı hiçbir sorumluluk yoktur. Fakat belki onlar da (inanıp) ‘günahlardan korunurlar’ diye (yapmaları gerekenleri) bir hatırlatmak (ve nasihat etmek) gerekir.

70. Dinlerini bir oyuncak, bir eğlence edinen, dünya hayatı kendilerini aldatan kimseleri (kendi hallerine) bırak. O (Kur’an) ile şunu hatırlat ki bir kimse kazandığı (günah)tan dolayı felâkete/helake düşmeye görsün; artık onun için Allah’tan başka ne bir dost ne de bir şefaatçi vardır. (Kurtulmak için) her türlü fidyeyi verse de, yine ondan alın(ıp kabul olun)maz. İşte onlar, kazandıkları (günahları) yüzünden helake atılan kimselerdir. Nankörlük etmelerinden/küfre sapmalarından dolayı onlara kaynar bir içecek ve acıklı bir azap vardır. [krş. 7/51]

71. De ki: “Allah’ı bırakıp da, bize fayda ve de zarar vermeyen şeylere mi yalvaralım? Allah bizi doğru yola kavuşturduktan sonra, (bir yandan) arkadaşları kendisini: ‘Bize gel’ diye doğru yola çağırdıkları halde, (diğer yandan) şeytanların kendilerini ayartıp yeryüzünde şaşkın bir halde bıraktığı kimse gibi, ökçelerimiz üzerinde gerisin geriye (şirke) mi dönelim?” De ki: “Şüphesiz Allah’ın yolu (İslâm) tek doğru yoldur. Biz, âlemlerin Rabbine teslim olmakla emredildik.”

(Bu âyet-i kerîme; doğru yol olan tevhîdi, Allah’ın hâkimiyeti ve O’nun kulluğunu kabul ettikten sonra O’nun hâkimiyetini bırakıp hakimiyeti kendinde gören çeşitli ilâh ve ilâh taslaklarına sevgi göstermenin ve onlara bağlanmanın/kulluk etmenin, şirke dönmek olduğunu belirtmekte ve insanları uyarmaktadır.)

72. Bir de (emredildi ki): “Namazı dosdoğru kılın ve O’nun emirlerine uygun yaşayın. Huzuruna varıp toplanacağınız ancak O’dur.”

73. Gökleri ve yeri hak (ve hikmet) ile yaratan O’dur. “Ol” dediği gün (her şey o anda) oluverir… O’nun sözü haktır. Sûra üfürüldüğü gün (bütün) mülk (ve hükümranlık) O’nundur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O, mutlak hüküm (ve hikmet) sahibidir, her şeyden hakkıyla haberi olandır.

74. Bir zaman İbrahim, atası Âzer’e:[9] “Sen putları ilâh mı ediniyorsun? Doğrusu ben, seni ve halkını apaçık bir sapıklık içinde görüyorum.” demişti. [bk. 9/114]

75. Böylece ‘kesin bilgi ve imana’ erenlerden olması için İbrahim’e göklerin ve yerin melekûtunu (muhteşem varlıklarını ve sırlarını akıl ve kalp gözüyle) gösteriyorduk. [krş. 21/51]

76. (İbrahim) gecenin karanlığı üzerine çökünce bir yıldız gördü. (Babasının ve kavminin putlara, yıldızlara, aya ve güneşe tapmaları sebebiyle: “İddianıza göre, demek ki) Rabbim bu ha!” dedi. Yıldız batınca: “Ben, batıp kaybolanları (ilâh olarak) sevmem.” dedi.

77. Doğmakta olan ayı görünce: “(Öyleyse) Rabbim bu ha!” dedi. O da batınca: “(Bunu da beğenmeyip kendisinin tasarladığı ve ulaşmak istediği yüce varlığı kastederek) Rabbim beni doğru yola eriştirmeseydi, andolsun ki (şimdi) ben de doğru yoldan sapan topluluklardan biri olurdum.” dedi.

78. Nihayet güneşi doğarken görünce: “(Demek) Rabbim bu ha! Bu daha büyüktür.” dedi. (Çünkü o Rabbın büyük olduğunu düşünüyordu.) (O da) batınca dedi ki: “Ey kavmim! (Bu varlıklar fânîdir,) muhakkak ki ben (Allah’a) eş tanıdığınız şeylerden uzağım.”[10]

79. “Doğrusu ben, yüzümü Hanîf (Allah’ı birleyici) olarak, tamamen gökleri ve yeri yaratan (Allah’)a çevirdim. Ben (dinde Allah’tan başka otoriteler tanıyan) müşriklerden değilim.”

80. Halkı onunla (delil getirerek) tartışmaya kalkıştı. (İbrahim) dedi ki: “Beni doğru yola iletmişken Allah hakkında siz benimle hâlâ tartışıyor musunuz? Rabbimin (hakkımda) bir şey (bir felaket) dilemesi dışında ben, O’na eş tanıdığınız şeylerden korkmam. Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmıştır. Hâlâ düşünüp öğüt almıyor musunuz?”

81. Siz, (hakkında) hiçbir delil indirmediği (put ve diğer) şeyleri, Allah’a eş tanımaktan korkmazken, ben nasıl sizin (O’na) eş tanıdığınız/O’nunla denk hâle getirdiğiniz şeylerden korkarım! Şimdi biliyorsanız (söyleyin: Allah’ı birleyenlerle, O’na eş tanıyan) iki gruptan hangisi (korkudan) emin olmaya daha lâyıktır?

(Bu son üç âyet, aynı zamanda her mü’min için İslâm karşıtlarına yapacağı savunma mahiyetindedir.)

82. İman edip de imanlarını zulümle (şirkle)[11] karıştırmayanlar (var ya), işte (korkudan) emin olmak onların (hakkı)dır. Onlar doğru yolu bulmuşlardır.

83. İşte bu (şekilde Allah’ı arayıp bulması), kavmine karşı (örnek olması için) İbrahim’e verdiğimiz kesin delilimizdir. Biz dilediğimiz kimseyi (kat kat) derecelerle yükseltiriz. Şüphesiz Rabbin tam hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

84. Biz ona İshak’ı ve (onun oğlu) Yakub’u bağışladık. Her birine hidayet ettik (verdik). Daha evvel Nuh’a ve onun neslinden Davud’a, Süleyman’a, Eyyüb’e, Yusuf’a, Musa’ya ve Harun’a da hidayet ettik (peygamberlik verdik). Biz, iyi davrananlara işte böyle mükâfat veririz.

85. Zekeriya’ya, Yahya’ya, İsa ve İlyas’a da (peygamberlik verdik), hepsi de iyilerdendi.

86. İsmail, Elyesa‘, Yunus ve Lût’a da (aynı şekilde hidayet ettik). Her birine âlemlerin üstünde (farklı) yüksek meziyetler verdik.

87. Onların babalarından, nesillerinden ve kardeşlerinden bazılarına da (üstünlük verdik). Onları seçtik ve onları doğru yola eriştirdik.

88. İşte bu, Allah’ın hidayetidir ki O kullarından dilediğini ona eriştirir. Eğer onlar da (Allah’ın ulûhiyetinde, hüküm ve mutlak hâkimiyetinde başkalarını öne çıkararak) şirke gitmiş olsalardı, yaptıkları her şey boşa giderdi. [bk. 39/65]

89. İşte onlar, kendilerine kitap, hüküm (hikmet) ve peygamberlik verdiğimiz kimselerdir. Eğer bu (Kur’an’a muhatap ola)nlar da nankörlük yapar/inkâr ederlerse, (bilsinler ki biz) inkâr etmeyecek bir kavmi onların yerlerine getiririz. [bk. 5/54; 14/19-20]

90. Onlar (o peygamberler), Allah’ın doğru yola eriştirdiği kimselerdir. O halde (Resûlüm! Sen de) onların (o tevhid esasına dayalı) yoluna uy ve de ki: “Ben (peygamberlik vazifeme karşılık) sizden hiçbir mükâfat istemiyorum. O (Kur’an) bütün âlemlere (uyulması gereken) bir ‘irşad ve uyarı’dır.”

91. (Yahudiler de:) “Allah hiçbir insana bir şey indirmedi.” demekle, Allah’ın kadrini gereği gibi takdir etme(miş ol)dular. (Resûlüm! Onlara:) “Öyleyse Musa’nın, insanlara nur[12] ve doğru yol gösterici olarak getirdiği Kitab’ı kim indirdi? Halbuki siz onu birtakım kağıtlara (yazıp) koyuyor, onu(n işinize gelen kısmını) açığa çıkarıyor, bir çoğunu da gizliyorsunuz. Sizin de, atalarınızın da bilmediği şeyler (Kur’an’da) size öğretilmiştir. (İşte o Kitab’ı indiren de) Allah’tır.” de. Sonra bırak onları, daldıkları (bataklıklar)ında oynayadursunlar.

92. Bu (Kur’an), kendinden önceki (ilâhî kitap)ları doğrulayan ve (dünyada) şehirlerin anası (olan Mekke) ve çevresindeki (yeryüzündeki insan)ları uyarman için indirdiğimiz mübarek bir kitaptır. Âhirete inananlar, ona (Kur’an’a) da inanırlar ve onlar namazlarına devam ederler.

93. Allah’a karşı yalan uydurandan veya kendisine hiçbir şey vahyedilmediği halde, “Bana da vahyedildi.” diyenden ve “Allah’ın indirdiği (âyetler/hükümler) gibi ben de indirir (söyler)im!”[13] diyenden daha zalim (ve ahmak) kim olabilir? (Ey Resûlüm!) Ölüm sıkıntıları içinde (kıvranır) iken, meleklerin de ellerini uzatarak: “Haydi bakalım çıkarın (kurtarın elimizden) canlarınızı! Allah’a karşı doğru olmayanı söylemeniz ve O’nun âyetlerin(i kabullenmey)e karşı büyüklük taslamanız sebebiyle bugün, hor ve hakîr edici bir azap ile cezalandırılacaksınız!” (derler. O vaziyette) zalimleri bir görsen!

94. (Onlara şöyle denilecek:) “Andolsun ki (hayatta) size bahşettiğimiz şeyleri artık arkanızda bırakarak, ilk defa sizi yarattığımız gibi (hiçbir şeysiz) tek tek huzurumuza geldiniz. Artık kendilerinin hakikaten ortakları(mız) olduğunu sanıp iddia ettiğiniz şefaatçilerinizi de yanınızda görmüyoruz. Doğrusu, (Allah yerine kendisine bağlandıklarınızla) aranızdaki (bağ)lar kesildi. (Dünyada) bir şey san(ıp da rağbet et)tikleriniz,[14] sizden uzaklaşıp gitmişlerdir.”

95. Şüphesiz ki taneyi ve çekirdeği yar(ıp çıkar)an Allah’tır. Ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkaran O’dur. İşte Allah (bir ve gerçek olan İlâh) budur. O halde nasıl (olup da O’na iman etmekten) çevriliyorsunuz?

96. Sabahı (gecenin karanlığından) yarıp ağartan O’dur. O, geceyi dinlenme (zamanı), güneşi ve ayı da (vakitleri) hesaplama (ölçüsü olmaları) için yaratmıştır. Bu, mutlak galip (her şeyi) hakkıyla bilen (Allah’)ın takdiridir. [bk. 7/54; 36/37-40; 91/3-4; 92/1-2; 93/1-2]

97. Kara ve deniz(de gecen)in karanlıklarında, kendileriyle yolu bulmanız için size yıldızları yaratan O’dur. Bilen bir toplum için âyetleri geniş geniş açıkladık.

98. Sizi tek nefis (Âdem’)den yaratan ancak O’dur. Sonra (sizin için dünyada) bir süreli, bir de (âhirette diriliş ve) süresiz kalış yeri vardır. Gerçekten biz, derin anlayış sahibi bir kavim için âyetleri geniş geniş açıkladık. [krş. 2/28; 11/7; 40/11]

99. Gökten su indiren O’dur. İşte her şeyin bitkisini onunla çıkardık. Şöyle ki; ondan (ilk önce) bir yeşil (filiz) çıkardık. Ondan da birbiriyle benzeşen ve benzeşmeyen (başak ve salkım gibi) birbiri üzerine binmiş taneler, hurma tomurcuğundan sarkmış salkımlar, üzüm bağları, zeytin ve nar (bahçeleri) çıkarırız. (Her birinin) meyvesine önce meyvenin ilk yetiştiği sırada, bir de olgunlaştığı sırada bakın. Şüphesiz bunlarda inanan bir toplum için elbette birçok ibret vardır.

100. (Hal böyle iken tuttular,) cinleri Allah’a ortak yaptılar. Halbuki onları da O yaratmıştır. Bilgisizce O’na oğullar ve kızlar yakıştırdılar. O, onların (bu türlü) sıfatlandırmalarından uzaktır ve şânı yücedir.

101. Gökleri ve yeri yoktan var eden O’dur. O’nun bir eşi olmadığı halde nasıl (olur da) O’nun bir çocuğu olabilir! Her şeyi O yaratmıştır ve O, her şeyi bilendir.

102. İşte, sizin Rabbiniz olan Allah böyledir. O’ndan başka hiçbir İlâh/Rab yoktur. Her şeyi yaratan O’dur. O halde O’na kulluk edin. Her şeyin himayesi, yönetimi O’nun elindedir.

(Bundan anlaşılıyor ki kim, Allah’ı bırakıp kime ve neye kulluk ederse, yani taparcasına ona sarılırsa o, onun rabbi veya ilâhı durumundadır. Mü’min ancak Allah’a kulluk eder, Rab olarak da ancak Allah’ı tanır ve ancak O’nun emirlerine uygun yaşamakla hayat bulur). [bk. 1/4; 9/31; 40/62; 41/30; 46/13]

103. Gözler O’nu idrak edip göremez. O ise bütün gözleri görür. O Latîf’tir (dünyada gözle görülmez, kullarına da lütuf sahibidir), her şeyden haberi olandır.

104. Doğrusu size, Rabbinizden basîretler (deliller ve hakikati anlama kabiliyeti)[15] geldi. Artık kim (hakikati) görür (ve iman eder)se lehine, kim de (ondan) kör kalırsa aleyhinedir. (De ki:) “Ben de sizin üzerinize bir koruyucu değilim (ancak bir tebliğciyim).”

105. İşte böylece âyetleri türlü türlü (üsluplarla) açıklamamız, (inkârcılar şaşırdıklarından:) “Sen ders görmüş (çok şey okumuş)sun.” demeleri, bir de onu (Kur’an’ı) bilecek topluma iyice açıklamamız içindir (diyedir).

106. (Resûlüm!) Rabbinden sana vahyedilene uy; O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. (Allah’ın sıfatlarını, Rabliğini, hüküm ve hâkimiyetini başkalarına veren) müşriklerden yüz çevir!

107. Eğer Allah dileseydi (yani iradelerinde serbest bırakmasaydı) müşrik olmazlardı. Seni onların üzerine bir gözcü de yapmadık, sen onların üzerine (koruyucu) bir vekil de değilsin.

(Allah, insanlara din seçmede zorlayıcı değildir. Doğru yolu gösterir, seçme yeteneği ve izni verir, böylece sorumluluk da insana ait olur.)

108. (Onların) Allah’tan başka (değer verip) taptıklarına (hakaret edip) sövmeyin. Sonra (onlar da) cahillik ederek hadlerini aşıp Allah’a söverler. Biz her ümmete yaptıklarını böylece süslü (cazip) gösterdik. Sonunda onların dönüşleri yalnız Rablerinedir. O, onlara (dünyada) ne yapmakta olduklarını haber verecektir.

(Siz mü’minler olarak onlara yalnız İslâm’ın özellik ve güzelliklerini anlatın. İlâhlaşmış put ve tapınaklarına kötü kelime ile sövmek yerine onların batıl, şirk ve küfür olduklarını uygun ifade ile söylemek ve elbette onları yermek gerekir. Yoksa onları onaylama gafletine düşmüş olunur.)

109. Onlar, eğer kendilerine (istedikleri gibi) bir mucize gelse, mutlaka ona inanacaklarına (dair), olanca güçleriyle Allah’a yemin ettiler. (Resûlüm!) De ki: “Mucizeler ancak Allah katındadır.” Siz (mü’minler) farkında değilsiniz! O (istedikleri mucize) gelse (bile ümitlenmeyin), onlar, yine de iman etmezler.

110. Biz onların (kötü niyetlerinden dolayı) kalplerini ve gözlerini ters çeviririz de ‘ilk defa ona inanmadıkları gibi’ (yine inanmazlar) biz de onları, azgınlıkları içinde şaşkın olarak bırakırız.

(Çünkü o müşrikler, iradelerini küfre sarf etmekte ve inanmayacakları halde mahsus mucize istemektedirler.)[16] [krş. 10/96-97]

111. Eğer gerçekten biz, onlara melekleri indirseydik, ölüler kendileriyle konuşsaydı ve her şeyi onlara karşı (senin söylediklerine) kefil olarak toplasaydık, Allah’ın dilemesi hariç yine inanmazlardı. Fakat onların pek çoğu (bu konuda) bilgisizdirler. [krş. 6/124; 17/92; 25/21]

112. İşte böylece biz, her peygambere, insan ve cin şeytanlarını düşman yaptık. (Bunlar,) aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler fısıldarlar. Eğer Rabbin dileseydi (imtihan için izin vermeseydi), onlar bunu yapamazlardı. Öyleyse onları iftiraları ile başbaşa bırak.

113. Bir de onlar (şeytanlar), âhirete inanmayanların gönüllerinin o (yaldızlı sözleri)ne meyletmesi, ondan hoşlanmaları ve kazandıkları kadar (günah) işlemeleri için (böyle yaparlar).

114. (De ki): “O, size Kitab’ı (her hükmüyle) açıklanmış olarak indirdiği halde Allah’tan başka bir hakem mi arayayım?” Kendilerine kitap verdiklerimiz(den yahudi ve hıristiyan âlimleri) de o (Kur’an’)ın gerçekten Rabbin tarafından indirilmiş olduğunu bilirler. Bu hususta sakın şüpheye düşenlerden olma!

115. Rabbinin sözü hem doğruluk, hem adalet bakımından tamamlanmıştır. O’nun sözlerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O, (her şeyi) hakkıyla işitendir, bilendir.

116. Eğer yeryüzündeki (insan)ların çoğuna (çoğunluğun İslâm’a uymayan rey ve kararına) uyarsan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başkasına uymazlar ve (bundan dolayı da) onlar, ancak yalan yanlış söylerler.

(Farzları, helal ve haramları tayin, tespit ve uygulamada ilâhî hükümler esas alınır. İlâhî esaslara aykırı olan çoğunluğun verdiği hükümlere itibar edilmez. Yoksa haramlar serbest, farzlar yasak hâle gelir. Bunun içindir ki ilâhî hükümleri geçerli saymayan çoğunluğa itibar edilir ve onların arzularından çıkan dînî hükümlere uyulursa, farkında olmadan bunlar ilâhlık mevkiine getirilmiş olur.) [bk. 2/256; 9/31; 33/36]

117. Şüphesiz Rabbin, evet O, kendi yolundan sapanı pek iyi bildiği gibi, doğru yolda olanları da çok iyi bilir.

118. O halde O’nun âyetlerine inanıyorsanız, üzerine Allah’ın ismi anılan (besmele ile kesilen hayvan)ların etinden yiyin.

119. Size ne oluyor da, üzerine Allah adı anılan (helal) şeylerden yemiyorsunuz? Halbuki, çaresiz kalıp (yemeye) muhtaç olduğunuz şeylerin dışında, (Allah) size haram kıldığı şeyleri ayrı ayrı açıklamıştır. Muhakkak ki (insanlardan) çoğu, bilgisizce kendi arzu (ve heves)leriyle, (kendi saptığı gibi halkı da) saptırırlar. Hiç şüphesiz Rabbin, haddi aşanları çok iyi bilmektedir.

120. Günahın açığını da gizlisini de bırakın. Hiç şüphesiz günah işleyenler, o kazandıkları şeyler yüzünden cezalandırılacaklardır.

121. (Kesilirken) üzerine Allah’ın ismi (kasten)[17] anılmayan (Besmele çekilmeyen) şeylerden yemeyin. Çünkü o(nu yemek) kesinlikle (Allah’a) itaatsizliktir. Hakikaten şeytanlar sizinle mücadele etmeleri için kendi dostlarına fısıldar (telkinde bulunur)lar. Eğer onlara (gönüllü) itaat ederseniz, elbette siz de (Allah’a) ortak koşanlardan olursunuz.

(Şeytanın dostları; fâsıklar, münâfıklar, inkârcılar ve tâğûtlardır. Hepsi de şeytanın isteği doğrultusunda Allah’ın emir ve yasaklarının aksini yapmak ve yaptırmak ve kendi fikirlerine/ideolojilerine bağlılık isterler. Böyle iken onlara gönüllü itaat etmek, Allah’a ortak koşmak olur.)

122. (Mânen) ölü (durumunda) iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar içinde (doğru dürüst) yürüyeceği bir nur(u iman) verdiğimiz kimse, (küfrün) karanlıklar(ı) içinde kalıp ondan hiç çıkamayan kimse gibi olur mu? İşte kâfirlere, yaptıkları yine de süslü göründü.

123. Böylece biz, (mevki ve servetçe) ileri gelenleri o yerde (maddî ve mânevî her türlü) hilekârlık/düzenbazlık yapmalarından dolayı oranın günahkârları yaptık.[18] Halbuki onlar, ancak kendilerine hilekârlık (düzenbazlık) yaparlar da bunun farkında olmazlar.

(Niçin ahlâksızlar toplumun ileri gelenleri olur? Çünkü hak ehli olanlar birleşip kendi varlığını gösteremez; suçlu, vurguncu, talancı ve ahlâksızlara karşı koyamaz, korkak ve hareketsiz kalırlar, onlar da kendi taraftarlarıyla birlikte bunların liderleri durumuna gelir. Böylece bunlar bozgunculukla, kendi yalan ve batıl işleriyle halkı sevk ve idare ederler. Ama Allah’ın hesabını unuturlar.)

124. Onlar, bir âyet geldiği zaman: “Allah’ın peygamberlerine verilenin bir benzeri bize de verilinceye kadar asla iman etmeyiz.” dediler. Allah, peygamberliği nereye (kime) vereceğini çok iyi bilir. Suç işleyenlere, hilekârlık yapmaları sebebiyle, Allah katından bir aşağılama ve çok şiddetli bir azap erişecektir.

125. Allah, kimi doğru yola iletmek isterse, onun göğsünü İslâm’a açar. Kimi de (niyet ve ameline göre) sapıklıkta bırakmak isterse, (İslâm’ı kabule karşı) sanki göğe çıkıyormuş gibi onun göğsünü dar ve sıkıntılı yapar. Böylece Allah, iman etmeyenlere bir azap/bir rüsvalık verir.

(Rabbimiz bu âyet-i kerîmede, yaratmış olduğu kâinattaki kanuna işaret ederek misal veriyor; insan göğe doğru yükseldikçe oksijen azalıp basınç düştüğünden göğsü daralıp teneffüs etmesi nasıl güçleşiyorsa, İslâm’ı içine sindiremeyenlerin de İslâm’a karşı içlerinin daralacağı, İslâm’ı yaşayanlar çoğaldıkça daha da bunalacağı anlatılıyor.)

126. Bu (İslâm), Rabbinin dosdoğru yoludur. Düşünen (ve öğüt alan) bir toplum için biz âyetleri geniş geniş açıkladık.

(Doğru yol için ölçü, Allah’ın kitabı ve Resûlü’nün örnek hayatıdır. Onlara uymayan ve onları esas almayan bütün fikir, görüş ve sözler, kimin olursa olsun alınmaz, itibar edilmez.) [bk. 6/153; 14/1; 26/24]

127. O (öğüt alıp yerine getire)nlere, Rableri katında ‘selam’ (denen cennet) yurdu vardır. O, yapmakta oldukları (hayırlı işleri)nden dolayı onların dostudur.

128. O gün (Allah), onların hepsini (huzurunda) toplayacak: “Ey cinler (şeytanlar) topluluğu! İnsanlarla (onları azdırmak suretiyle) çok uğraştınız.” (diyecek). İnsanlardan onların dostları da: “Ey Rabbimiz! (Biz) birbirimizden faydalandık ve bize tayin ettiğin ecelimize eriştik.” diyecek. O’da buyuracak ki: “Öyleyse Allah’ın dilediği (müddet)[19] dışında yeriniz, içinde sürekli kalmak üzere ateştir. Şüphesiz ki Rabbin, tam hüküm ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.”

129. İşte kazanmakta oldukları (günahlar) yüzünden zalimlerin bir kısmını, diğerlerinin başına diker/peşine takarız (o da onu felâkete götürür).

(Bu âyet zalimler için bir açık tehdittir. Gerek günahlarla nefse zulüm gerek yönetimde, gerek ticaretinde insanlara zulüm; yani zulmün her türlüsü bu âyetin içine girmektedir. Zalimler de kurtulacak değillerdir.)[20] [bk. 6/45, 47, 135]

130. Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden, size âyetlerimi tebliğ eden ve (kıyamette) bugününüze kavuşmak hususunda sizi uyaran peygamberler gelmedi mi? Onlar: “(Kabahat bizde, biz) kendi aleyhimize şahidiz.” derler. İşte dünya hayatı onları aldattı; hakikaten onlar inkârcı olduklarına (dair) kendi aleyhlerine şahitlik ettiler.

131. Bu (peygamberleri gönderme hususu), şunun içindir ki: Senin Rabbin, halkı habersiz iken (uyarılmamışken), memleketleri haksız yere helak edici değildir.

132. Herkes için yaptıklarına göre (türlü türlü) dereceler vardır. Rabbin onların yaptıklarından habersiz değildir.

133. Rabbin, hem hiçbir şeye ihtiyacı olmayan, hem de merhametli olandır. Dilerse sizi ortadan kaldırır; sizi başka bir toplumun soyundan yarattığı gibi, sizden sonra da dilediğini yerinize getirir.

134. Size vaadedilen (isyanınızdan dolayı sizi helak edip yerinize dilediği başka milleti getirmesi, kıyametin kopması, tekrar dirilme, haşr ve hesap günü gibi) şeyler muhakkak gelecektir. Siz, onun önüne geçemezsiniz.

135. (Resûlüm!) De ki: “Ey kavmim! Gücünüzün yettiğini sonuna kadar yapın; muhakkak ki ben (vazifemi) yapmaktayım. (Dünya) yurdun(un) sonu kimin lehine olacak yakında bileceksiniz. Muhakkak ki zulmedenler kurtuluşa eremezler.”

136. Onlar Allah’ın yarattığı ekin ve hayvanlardan[21] O’nun için bir pay ayırdılar da kendi boş zanlarınca: “Şu Allah’ın, şu da (tapınmada O’na) ortak yaptığımız (putlar)ın.” dediler. Ortakları için ayrılanlar Allah’a ulaşmaz ama Allah için ayrılan o (hisse, “Allah zengindir” diye put edindikleri) ortaklarına gider (onların hissesine katılır)dı. Verdikleri hüküm ne kötüdür! [bk. 5/103; krş. 16/56]

(Câhiliye Arapları’ndan Havlanlı müşrikler, mahsul ve hayvanlardan bir kısmını Allah ile putları arasında bölüştürürlerdi. Allah için ayırdıklarını misafir ve fakirlere sarf ederler, putları için ayırdıklarının gelirlerini ise onların huzurunda kurban, âyin vs. için harcarlar, kendileri de faydalanırlardı. Eğer Allah için verilmek üzere ayrılanlar putlarınkinden daha iyi veya fazla olursa, putlarınki ile değiştirirler, yahut fazlasını putlarınkine katarlardı. Putlara ayrılan daha iyi ve fazla çıkarsa aynen kalırdı.[22] İşte bu âyete göre, put ve benzerlerini Allah’ı sever gibi sevme (2/165), ona bağlanma, tapınma, aynı zamanda kendi menfaatlerini güvenceye almak için de onları ayakta tutmaya yarayan bu tür âdet ve harcamalar, şirk ve müşrikliktir. İşte müşriklerin en belirgin vasıfları görünürde Allah’ı tanımalarına rağmen fiilen putları, Allahu Teâlâ’dan öncelikli ve önemli saymalarıdır. 28/63. âyete göre, aslında bunlar, kendilerine tapmaktadırlar.)

137. Bir de onların ortakları (olan o putlara hizmetle görevli kâhinler), onları helake sevketmek ve dinlerini karıştırıp bozmak için, müşriklerden çoğuna (kız) çocuklarını öldürmeyi hoş (bir şey gibi) gösterdiler. Allah dileseydi (kendi iradelerine bırakmasaydı) bunu yapmazlardı. O halde onları uydurdukları şeylerle başbaşa bırak.[23]

138. Onlar, (boş) zanlarına göre: “(İlâhlarımıza ait olan) bu hayvanlar ve ekinler haramdır. Onları bizim dilediklerimizden başkası yiyemez, birtakım hayvanların sırtları(na binmek veya yük vurmak) da haramdır.” dediler. Birtakım hayvanlar da vardır ki (Allah emrediyor diye) O’na iftira ederek, üzerine Allah’ın ismini anmazlar (besmelesiz keser veya öldürürler). O da, onları iftira ettikleri şeyler yüzünden cezalandıracaktır.

139. Yine dediler ki: “Bu hayvanların karnındakiler (canlı doğarsa) erkeklerimize helal, kadınlarımıza haramdır. Eğer o ölü (doğar) ise hepsi on(u yeme)de ortaktırlar.” Allah onlara, böyle nitelendirip ayırt etmelerinin cezasını verecektir. Şüphesiz ki O, mutlak ilim ve hikmet sahibidir, hakkıyla bilendir.

140. Bilgisizlik yüzünden beyinsizce (kız) çocuklarını öldürenler ve Allah’ın kendilerine (helal olarak) rızık verdiği şeyleri Allah’a iftira ederek haram yapanlar, muhakkak ki (dünya ve âhirette) ziyana uğradılar. Onlar gerçekten saptılar ve doğru yolu da bulacak değillerdir.[24]

141. O bağlı ve bostanlı bahçeleri, tatları çeşit çeşit hurmaları, ekinleri, (yaprakları ve meyveleri) birbirine benzeyen ve birbirinden farklı zeytin ve narları yaratıp yetiştiren O’dur. (Onlar,) meyve verince meyvesinden yiyin. Toplandığı ve biçildiği günde de, hakkını (öşrünü, zekât ve sadakasını) verin; fakat israf etmeyin. Çünkü Allah israf edenleri sevmez.

142. Gerek yük taşımak, gerek (kesmek ve yününden) döşek (ve yaygı) yapmak için (kullanılan deve, sığır, koyun vb.) davarları (yaratan O’dur). Allah’ın size rızık (olarak) verdiği şeylerden yiyin. Şeytanın adımlarını izlemeyin (haram yemeyin ve günah işlemeyin). Çünkü o, sizin için apaçık bir düşmandır. [krş. 2/168-169]

143. (Allah, o hayvanları) sekiz eş (yarattı), koyundan iki, keçiden de iki. De ki: “(Allah) iki erkeği mi haram etti, iki dişiyi mi, yoksa bu iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı? Eğer doğru söyleyenler iseniz bana, ilme dayanarak haber verin.”

(Câhiliye döneminde Araplar, bazen hayvanların erkeklerini, bazen dişilerini, bazen de bunların yavrularını haram sayarlardı.)[25]

144. Deveden de iki, sığırdan da iki (çift yarattı). De ki: “(Allah) iki erkeği mi, iki dişiyi mi, yoksa (bu) iki dişinin rahimlerinde bulunan (yavru)ları mı haram etti?” Yoksa Allah size bunu tavsiye ederken, siz şahit (olarak orada) mıydınız? Böyle bilgisizce insanları saptırmak için Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kimse bulunabilir mi? Şüphesiz Allah o zalimler güruhunu doğru yola eriştirmez.

145. (Resûlüm!) De ki: “Bana vahyedilenler arasında (Allah’a karşı olan tavrınızdan dolayı haram dediklerinizden) yiyen bir kimseye[26] haram edileni bulamıyorum. Aksine (helal dediğiniz) ölü veya akıtılmış kan[27] veya domuz eti -ki zaten murdardır- yahut da bir fısk, yani Allah’tan başkası adına (kesilen hayvan)lar haramdır. Kim de çaresiz kalırsa, (başkasının hakkına) saldırmamak ve (zaruret) sınırı(nı) aşmamak üzere (isteksiz olarak yerse), şüphesiz Rabbin çok bağışlayandır, çok acıyandır.”[28]

146. Yahudilere tırnaklı (hayvanlar)ın hepsini haram ettik.[29] Sığır ve koyunun iç yağlarını da onlara haram ettik. Yalnız bunların sırtlarının veya bağırsaklarının (yapışmış olarak) taşıdıkları ya da kemiğe karışan yağlar hariçtir.[30] İşte onları azgınlıkları yüzünden[31] böyle cezalandırdık. Biz, elbette hep doğru söyleriz.

147. Eğer (getirdiğin hükümlerde) seni yalanlarlarsa, de ki: “Rabbiniz geniş bir rahmet sahibidir, ama O’nun azabı (bir indi mi), artık suçlular topluluğundan geri çevrilmez.”

148. Müşrikler (puta yahut hevasına tapanlar) diyecekler ki: “Eğer Allah dileseydi, ne biz ne de babalarımız müşrik olurdu, üstelik (helal) hiçbir şeyi de haram yapmazdık.” Halbuki onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar (peygamberlerini) böyle yalanlamışlardı. De ki: “Yanınızda (bize açıklayacağınız) bir bilgi mi var? (Varsa) onu bize çıkarı(p gösteri)n. Siz, ancak zanna uyuyorsunuz ve siz, sadece uyduruyorsunuz.”

(Müşrikler hem Allah’tan gelen emirleri ve peygamberi kabullenmez, Allah’ın farzlarını, helallerini haram/yasak, haramlarını da helal/serbest sayarlar, hem de bunları, Allah’ın dilemesine bağlarlar. Aynı zamanda ortaya çıkan Cebriye fırkası da bunlar gibi yaptığı kötü işlerin/günahların hepsinin Allah’ın dilemesiyle olduğunu, kendilerinin bir rolü olmadığını söylerler. Bu yanlış bir inançtır. Çünkü böyle olsa ne peygamber, ne kitap gelirdi. Ne de emir ve yasaklar olurdu. Çünkü yüce Allah, “Kim doğru yola gelmişse, ancak kendi lehine, kim de saparsa kendi aleyhinedir.” (17/15) buyurmaktadır.) [krş. 9/105; 41/40]

149. De ki: “Kesin delil, ancak Allah’ındır. Eğer O dileseydi, elbette hepinizi doğru yola kavuştururdu. (Ama O, size gücünüz dâhilinde sorumluluk verdi ve imtihan için sizi iradenize bıraktı.)”

150. De ki: “Haydi (haram saydıklarınız hakkında) Allah’ın bunu haram ettiğine şahitlik edecek olan şahitlerinizi getirin!” Şahitlik etseler bile, sen onlarla beraber şahitlik etme (sözlerini kabullenme). Âyetlerimizi yalanlayanların ve âhirete inanmayanların heves ve arzularına uyma! Onlar, başkalarını Rablerine denk tutuyorlar (onları sevip onlara bağlanıyorlar).

(Bu âyet-i kerîmede, “Âyetlerimizi değersiz sayarak yalanlayanların, âhirete inanmayarak dudak bükenlerin sözlerine değer verip uyma ve onları kabullenme.” diye Resûlullah’ın şahsında bütün mü’minlere uyarı vardır.) [bk. 76/24]

151. De ki: “Geliniz size Rabbinizin haram ettiği şeyi ben okuyayım: O’na hiç bir şeyi ortak/denk tutmayın, anaya babaya da iyilik edin, fakir düşmek (korkusun)dan çocuklarınızı (herhangi bir şekilde) öldürmeyin. Biz, sizin de onların da rızkını veririz. ‘Zinanın ve her türlü kötülüğün’ açığına da gizlisine de yaklaşmayın. Allah’ın haram ettiği canı (hukukça) geçerli sayılan bir hak olmadıkça öldürmeyin.” İşte (Allah), düşünesiniz (aklınızı kullanasınız) diye size bunları emretti.

152. Yetimin malına da rüşdüne (erginlik yaşına) kadar en güzel (hizmet)in dışında yaklaşmayın. Ölçü ve tartıyı tam ve doğru yapın. Biz hiçbir kimseye gücünün yettiğinden fazlasını yüklemeyiz. (Birileri hakkında) söz söylediğiniz zaman, akrabanız da olsa adaleti gözetin (taraf tutmayın).[32] Allah’ın ahdini (verdiği emri ve verdiğiniz sözü) yerine getirin. İşte (Allah), düşünüp öğüt alasınız/tutasınız diye bunları emretti.

153. İşte bu (İslâm), dosdoğru yolumdur. O halde ona uyun, (başka) yollara uymayın ki (bunlar) sizi Allah’ın yolundan ayırmasın. İşte ‘Allah, emirlerine uygun yaşayıp kötülüklerden sakınasınız’ diye size bunları emretti.[33]

(151. âyetten buraya kadar olan emirlere “on emir” denilir ki bunlar bütün dinlerde hükmü kesin hususlardır.)

154. Yine biz, iyilik yapanlara (nimetimizi) tamamlamak, her şeyi genişçe açıklamak, doğru yola iletici ve rahmet olmak üzere Musa’ya Kitab’ı (Tevrat’ı) verdik. Bu sayede onlar (İsrâiloğulları), Rablerine kavuşacaklarına inansınlar (diye).

155. İşte bu (Kur’an), mübarek bir kitaptır ki onu biz indirdik; ona uyun ve onunla korunun/aykırı davranmaktan sakının ki merhamete eresiniz.

156. (Bu Kur’an’ı indirmemizin sebebi): “Kitap(lar), yalnız bizden önceki topluluklar (yahudi ve hıristiyanlar)a indirildi, biz ise, onların okunmasından hakikaten habersizdik (anlamıyorduk).” demeyesiniz diyedir.

157. Yahut: “Bize kitap gönderilseydi, biz onlardan daha doğru yolda olurduk.” demeyesiniz diyedir. İşte artık size Rabbinizden açık delil, doğru yol (rehberi) ve bir rahmet gelmiştir. Allah’ın âyetlerini yalanlayandan ve onlardan yüz çeviren (ve çevirten)lerden daha zalim kimse bulunabilir mi? Âyetlerimizden yüz çevirenleri (bu) yüz çevirmeleri sebebiyle, azabın en kötüsüyle cezalandıracağız.

158. (İnanmak için ne bekliyorlar?) Onlar mutlaka kendilerine (ölüm veya azap) meleklerinin gelmesini yahut Rabbinin (imha eden azabının) gelmesini ya da Rabbinden (kendilerini imana mecbur eden) bazı alametlerin gelmesini mi bekliyorlar? Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, evvelce iman etmemiş veya imanında hayır kazanmamış hiçbir kimseye imanı fayda vermez.[34] De ki: “Bekleyin (o alametleri)! Şüphesiz biz (de) bekleyenlerdeniz.”

159. Dinlerini (bir kısmını uygulayıp, bir kısmını uygulamaktan kaçınarak) parça parça edenler ve (şirk ve tâğûta mensup liderlerin, hevâ ve hevesleri uğruna dinde) grup grup ayrılanlar var ya, sen hiçbir şekilde onlardan değilsin (senin onlarla hiçbir surette alâkan yoktur). Onların işi Allah’a aittir. Sonra (Allah,) onlara yaptıklarını haber verecek (ve hesaplarını görecek)tir. [krş. 3/102-103; 30/32]

160. Kim (Allah’a) bir iyilik (ve tevhid)le gelirse, kendisine onun on misli (sevap) vardır. Kim de bir kötülükle gelirse o, sadece onun dengiyle cezalandırılır. Onlar haksızlığa uğratılmazlar.

161. De ki: “Şüphesiz ben, Rabbimin beni doğru yola, dosdoğru bir din olan İbrahim’in Hanîf (tevhid)[35] Dîni’ne ilettiği (bir kimse)yim. O müşriklerden değildi.”

162. De ki: “Benim namazım, (hac, umre, diğer) ibadetlerim, hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi Allah içindir.”

163. “O’nun hiçbir ortağı yoktur. Ben bununla emrolundum. Ben (bu ümmette) müslümanların ilkiyim.” [krş. 6/14 ve dipnotu]

164. De ki: “O (Allah), her şeyin Rabbi iken, ben Allah’tan başka bir rab mı arayayım? Herkesin kazandığı ancak kendisinedir. Hiçbir günahkâr, diğerinin (işlediği günah) yükünü taşımaz (herkes kendi yaptığından sorumludur). Sonunda dönüşünüz ancak Rabbinizedir. Hakkında ayrılığa düştüğünüz şeyleri, (O) size haber verecektir.”

(Bu ayetle insanlık tarihinde ilk defa suçların şahsiliği esası getirilmiştir. Bu sebeple cahiliye devrinde suç işleyenin yakın akrabalarını da suça ortak etmek suretiyle işlenen kan davaları zulmü yasaklanmıştır. [krş. 2/286; 35/18]

165. Sizi (emirlerini yerine getirmede) yeryüzünün halifeleri/görevlileri yapan, size verdiği şeylerde sizi imtihan etmek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O’dur. Şüphesiz ki Rabbinin cezası serîdir ve yine şüphesiz O, çok bağışlayan, çok merhamet edendir.

(Bu âyetten şu üç sonuç çıkmaktadır: 1. İnsanın, içinde yaşadığı dünyada ilâhî tebliğin ve hükmün yerine getirilmesini sağlayan halife/yönetici oluşu. 2. İnsanların dünyalık bakımından birbirinden farklı oluşu. 3. Bu farklılığın hikmeti; kazancında çok verilenin de, az verilenin de hatta mahrum edilenin de imtihan edilmesidir. İnsan, verilen bu lütuf karşısında ya şükrünü unutmuş azgınlığını çoğaltmıştır, yahut verilenlerin azlığından şikayet ve isyan etmiştir, yahut da her haline şükredip gereğini yapmıştır.) [bk. 3/134; 24/37]


[1] Bu sûre, Fâtiha sûresinde yer alan “âlemlerin Rabbi” ifadesinin geniş bir şekilde açıklaması mahiyetindedir. Sûrenin asıl konusu, yaratıcının isbâtı ve tevhidin delillerini ortaya koymaktır. Yani, bir anlamda, tevhidin bütün delillerinin bu sûrede yer aldığını söylemek mümkündür. Yüce Allah’ın, Peygamberi’ne verdiği ilk görev tevhid meselesidir. Peygamberimiz de çağrı görevine, insanlara Allah’tan başka hiçbir ilâh, “O’nun yerine egemen bir varlık” olmadığını ve O’ndan başka hiçbir şeye tapmamalarını bildirerek başlamış, bu şekilde devam etmiştir.

[2] Allah’ı ve O’nun buyruklarını bırakıp önderlerine /liderlerine ve onların buyruklarına bağlanıyorlar. [bk. 2/165-167]

[3] Tevhidden, yani Allah’ın birliği esasından uzaklaşıldığı, din ve kitapların asliyetinin kalmadığı ve onun yerine şirk ve tâğûtun hâkim olduğu, Allah’tan başka varlıkların yüceltildiği bir devirde Resûlullah (sas.), emredildiği üzere bütün varlığıyla hükmünde ve hâkimiyetinde tek olan yüce Allah’a teslim olmuş ve böylece müslümanların ilki olmuştur. Şirk ve tâğût karşısında asla uzlaşmacı bir tavır takınmamıştır.

[4] Ebû Süfyân, Velîd b. Muğîre, Ebû Cehil, Nadr, Utbe, Şeybe gibi (Beydâvî).

[5] Zeydân, s. 155

[6] Gökten üzerlerine taş yağması. [bk. 8/32]

[7] Göklerde ve yerde insanın ilimle, keşfedip insanlığın istifadesine sunamadığı nice hazineler vardır ki bunları ancak Allah bilir; zamanı gelince dilediği hazinelerini insanlığın istifadesine açar. Resûlullah (sas.), “Gaybın anahtarları beştir.” diyerek Lokman sûresi 34. âyeti okumuştur. [bk. 31/34]

[8] Zebîdî, XI, 102; İbni Kesîr (Çetiner), VI, 2674-2681 vd.

[9] Âzer, “İbrahim’in babası mıdır, dedesi midir, yoksa amcası mıdır?” diye ihtilaf edilmiştir. Çünkü Arapça “eb” kelimesinde bu üç mâna da vardır. Fakat Buhârî Târihü’l-Kebîr’de, “Âzer, Hz. İbrahim’in babasıdır.” demiştir. Babasının isminin Târah olduğuna dair bazı rivayetler var ise de Kur’an onun Âzer olduğunu beyan etmiştir. Sa‘lebî, “Hz. İbrahim’in babasının asıl adı Târah idi. Nemrut onu puthânesine nâzır tayin ettiği zaman, Târah adını Âzer ile değiştirdi ki Âzer, putlardan birinin adıydı.” diyor. Mücahid ve İbni Cerîr de, “Âzer ona lakap olarak verilmiştir.” demektedir (İbni Kesîr (Sâbûnî), I, 591; Aydemir, s. 301). [bk. 26/86]

[10] Hz. İbrahim, yerdeki put ve putlaşanlara tapmayı reddetme yönteminden sonra kavminin tapmakta daha ısrarlı olduğu gök cisimlerine yöneldi ve akıl yoluyla, kendisinin kesin inanca kavuşmasından (6/75) daha ziyade, 74. âyette halkın gittiği yolun yanlış ve sapıklık olduğunu ispat etmek için onun, gündüzki batan güneşten değil de geceleyin görülen yıldızlardan başlaması, Allahu Teâlâ’nın lütfu ve gösterdiği metodla (içinde duyduğu) Allah bilgisine kesin ulaşma yolunu (78. âyet) göstermesi ve böylece kavmini hakkı kabule mecbur bırakması içindi. Kavmine böylece tevhîdi/bir Allah’a inanmayı ispat ederken, “Artık benim Rabbim budur.” diye bir netice bildirmeyip (âyetlerin başındaki “fe” harfinden de anlaşılacağı üzere) peşpeşe birinden diğerine geçmesi ve geceden başlayıp, güneş’in doğuşuyla bitirmesi onu şirke götürmez. Çünkü sonunda fıtratı gereği içindeki tevhîdi/bir Allah inancını izhar etmiş ve şirk içinde olmadığını açıklamıştır. [21/51]

[11] Şüphesiz şirk büyük bir zulümdür (bk. 31/13). Peygamber (sas.) de böyle tefsir etmişlerdir (İbni Kesir, III, 761). Çünkü şirk imanı bitirir, amelleri boşa çıkarır. [İmanlarına şirk karıştıranlar için bk. 12/106. İbadette şirk için bk. 18/110].

[12] Öğüt kaynağı ve ahkâmı bildiren (Mukâtil, s. 163).

[13] Bunlar, Allah’ın indirdiğini ve ona inanıp uymayı içine sindiremeyenlerin ifadeleridir.

[14] Allah’ın buyrukları ve ilkelerini bırakıp onun yerine kendisine bağlandıklarınız. [krş. 2/164, 167]

[15] Beydâvî, “besâir” kelimesini “deliller” diye kaydetmiştir.

[16] Mehmed Vehbi, IV, 1506.

[17] Elmalılı, III, 242; İbni Kesîr (Sâbûnî), I, 612-613.

[18] Râzî, III, 114; İbni Kesîr (Sâbûnî), II, 172.

[19] Beydâvî; Celâleyn; Elmalılı, III, 2054. “Müddet” kelimesini “kimseler” olarak da ifade edenler olmuştur (Cevzî, II, 55). Çoğunluğun tercihi, yukarıdaki mâna doğrultusundadır.

[20] Zeydan, s. 152-153.

[21] Deve, sığır ve koyunun dişilerinden.

[22] İbnü’l-Kelbî, s. 28-44.

[23] Bilindiği üzere 18. asra kadar Avrupa’daki kadının değersizliği ve ahlâkça düşüklüğü gibi, İslâm’dan önceki câhiliye devri müşrik toplumda genellikle ahlâk seviyesi çok düşük olduğundan, kadınların değeri de düşüktü. Genellikle bu yüzden kız çocukları büyüdüğü zaman esir olurlar veya çevrenin tesiriyle utanmasız, hayasız/iffetsiz olmaları sebebiyle vücutlarını teşhir etmeleriyle namuslarına kara leke getirirler korkusuyla, onları daha küçükken çeşitli bahane ve usullerle öldürüyorlardı (6/140). Erkek çocuklar fazla da olsa böyle değildi. İslâm geldiği zaman gerek bunu, gerekse cenin halindeki çocuğun katlini yasaklamıştır (17/31). Hatta Peygamberimiz (sas.) çocukları korumak hususunda, çocuk sütteyken tekrar gebelik durumu olursa bu durumda verilecek sütün çocuğa zararlı olacağından bahisle bizleri uyarmış, “Çocuklarınızı gizli mahvetmeyin.” buyurmuştur (Karadâvî, s. 215-217).

[24] Câhiliye Arapları’nın kız çocuklarını öldürmeleri yalnız açlık korkusundan değildi. [Öldürmeleri hakkında bk. 6/137. âyetin dipnotu; 16/59; 17/31; 81/8-9]

[25] Davudoğlu, s.148.

[26] Âyet-i kerîmedeki “tâim”den sonra gelen “yet‘amuhu” lafzı, ziyade takrir içindir.

[27] Mâide sûresi üçüncü âyetteki “kan” mutlaktır; burada “akan kan” mukayyed olarak gelmiştir. Sebep bir olunca hüküm de aynıdır. Ancak karaciğer, dalak ve etin içindeki akmayan, pıhtılaşmış kanlar bunun dışındadır.

[28] Câhiliye devrinde müşrikler kendi kendilerine bazı şeyleri helal (serbest) bazı şeyleri de haram (yasak) kılmışlardı. İşte bu âyetler, onları reddetmek için inmiştir.

[29] Deve, yırtıcı hayvan ve kuşlar gibi tırnaklı canlılar.

[30] “Bağırsak, işkembe ve böbrek etrafındaki yağlar” haram olan iç yağlara dahil idi. [bk. 4/160]

[31] Yahudiler peygamberlerini öldürmüşler, haramı helal, helali haram saymışlar ve tefecilik yaparak fakirleri ezmişlerdir.

[32] Burada biri ticaret diğeri de konuşma esnasında olmak üzere iki adalet şekli geçmektedir. Bundan başka hüküm vermede (4/58), şahitlikte (65/2), barışta (4/94), öfkede (5/8), gayrimüslimleri imana davette (60/8), hevâ ve hevese uymada (4/135) adalet emredilmiştir.

[33] Bu âyetin ışığında, doğru yol ve ölçü, ancak İslâm olduğuna göre, bir kimsenin doğru yolda olması için İslâm’ı hayatına hâkim kılması, iyiliği emredip kötülüğü yasaklaması ve hayat kılavuzunun Kitab, Sünnet ve bunlara bağlı şer‘î deliller olması gerekir. İslâm’a uygun olmayan her yol batıldır.

[34] Bu iman, ye’s halindeki imandır. Çaresizlik ve son pişmanlık halindeki iman da fayda vermez. Ayrıca âyetteki “imanında hayır kazanmamış hiç kimseye” kaydı, amelsiz imanın bir fayda vermeyeceğini ve muteber olmayacağını savunanların delilidir (Beydâvî).

[35] Hz. İbrahim’in hanîf olan dîininin esasları şöyledir: 1. Allah’ın varlığına, birliğine ve bütün peygamberlere inanmak. 2. Allah’tan başka hiçbir şeyi ilâhlaştırmamak, rableştirmemek. 3. Allah’ın koyduğu esaslarda yürümek. 4. Hakk’a yönelip her türlü batıldan ve haramdan uzak kalmak.