3. Âl-i İmrân Sûresi

Medine döneminde nâzil olmuştur. 200 âyettir. Sûre, 33-37. âyetlerde İmran ailesinden bahsedildiği için bu adı almıştır.[1]

Rahmân ve Rahîm Allah’ın adıyla

1. Elif, Lâm, Mîm.

2. Allah ki kendisinden başka hiçbir ilâh yoktur. O, Hayy ve Kayyûm’dur[2] (daima diri ve yarattıklarını gözetip yönetendir. Her şey, onunla varlığını devam ettirir).

3-4. (Allah, bu) Kitab’ı sana, hak (ve hakikatin) ta kendisi ile (dolu ve) kendinden evvelkileri(n asıllarını) tasdik edici olarak indirdi. Bundan önce, insanları doğru yola götürmek için Tevrat’ı ve İncil’i[3] indirmişti ve nihayet Furkân’ı (hak ile batılı ayırt eden Kur’an’ı) da indirdi. Allah’ın âyetlerini inkâr eden/tanımayanlar var ya, onlar için kesinlikle şiddetli bir azap vardır. Allah mutlak galip ve amansız cezalandırıcı/(mazlumların) intikamını alıcıdır.

5. Şüphesiz gökte ve yerde hiçbir şey Allah’a gizli kalmaz.

6. Rahimlerde sizi nasıl isterse öyle şekillendiren O’dur. O’ndan başka ilâh yoktur. (O) mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir.

7. Sana Kitab’ı (Kur’an’ı) indiren O’dur. Onun bir kısmı muhkem (açık ve kesin) âyetlerdir ki onlar Kitab’ın anası (temeli)dir, bir kısmı da müteşâbih âyetlerdir.[4] İşte kalplerinde eğrilik olanlar, fitne çıkarmak ve (kendi arzularına göre) yorum yapmak isteyerek, onun müteşâbih olanlarına uyarlar. Halbuki onun yorumunu ancak Allah bilir. İlimde derinleşmiş olanlar da: “Ona inandık, hepsi Rabbimiz katındandır.” derler. (Bunu) akl-ı selîm sahiplerinden başkası düşünemez.

8. (Onlar derler ki:) “Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra, kalplerimizi (haktan) çevirme! Bize yüce katından bir rahmet bağışla. Şüphesiz sen bağışı en bol olansın.”

9. “Ey Rabbimiz! Muhakkak ki sen, insanları (geleceğinden asla) şüphe edilmeyen bir günde toplayacak olansın. Hiç şüphesiz, Allah sözünden dönmez.”

10. Şüphesiz ki (son din İslâm’a ve peygamberine dil uzatıp) küfre sapıp inkâr edenlerin, (güvenip övündükleri) malları da, evlatları da, Allah katında onlara asla bir fayda sağlamayacaktır. İşte onlar (cehennemde) ateşin yakıtıdırlar.

11. (Bunların durumu) Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin hali gibidir. Onlar âyetlerimizi yalanladılar;[5] Allah(’ın azabı) da günahları sebebiyle, onları yakaladı. Allah’ın cezası çok şiddetlidir.

12. (Resûlüm!) Küfre sapan/inkâr edenlere de ki: “Siz yakında mağlup olacaksınız ve toplanıp cehenneme sürüleceksiniz. Orası ne kötü bir döşektir!”

13. (Bedir’de savaş için birbiriyle) karşılaşan iki grupta, sizin için ibret vardır: (Onlardan) bir grup Allah yolunda savaşanlar, diğeri de inkârcılar (idi ki) bu (Allah yolunda savaşan müslüma)nlar bizzat gözleriyle kendilerini, onların iki misli görüyorlardı. Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, (hakikat) gözü açık olanlar için bir ibret vardır.[6] [bk. 2/249-250; 8/44]

14. Kadınlardan, oğullardan, kantarlarca yığılıp biriktirilmiş altın ve gümüşten ve (otlağa) salınmış (özel besili) atlardan; (deve, sığır, koyun, keçi gibi) hayvanlardan ve ekinlerden yana nefsin istekleri, insanlara süslü (cazip) gösterildi. Bunlar (imtihan için verilen) dünya hayatının (geçici birer) nimetidir. Varılacak yerin en güzeli ise Allah’ın katındadır.[7]

15. (Ey Resûlüm!) De ki: “Size bunlardan daha hayırlısını haber vereyim mi? Takvâya erenler (yani Allah’ın emrine uygun yaşayıp günahtan sakınanlar) için Rableri katında, içinde devamlı kalacakları, alt tarafından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinin üstünde) Allah rızası vardır. Allah kullarını hakkıyla görmektedir.”

16-17. (O takvâ sahipleri:) “Ey Rabbimiz! Biz gerçekten iman ettik, artık bizim günahlarımızı bağışla ve bizi ateşin azabından koru.” deyip sabredenler, (imanlarında, söz, niyet ve işlerinde) doğruluk gösterenler, (Allah’a) itaat ederek boyun eğenler, infak eden (O’nun rızası için mallarını sarfeden)ler ve seher vakitlerinde (dua edip) mağfiret dileyenlerdir.

18. Allah kendisinden başka hiçbir ilâhın olmadığına şehadet etmiş (bildirmiş)tir. Melekler ve (adaletli)[8] ilim sahipleri de dosdoğru (bu gerçeğe iman ve ikrar ile şehadet ettiler). O’ndan başka ilâh yoktur. O, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir.

19. Şüphe yok ki Allah katında (hak) din İslâm’dır.[9] Ancak kitap verilen (yahudi ve hıristiyan)lar, kendilerine ilim geldikten sonra,[10] aralarındaki ihtiras yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah’ın âyetlerine karşı küfre saparsa, bilsinler ki Allah, hesabı çok çabuk görendir.

20. (Ey Muhammed! Buna rağmen din işlerinde kimler) seninle tartışmaya girişirlerse de ki: “Ben, bana uyanlarla birlikte kendimi Allah’a teslim ettim.” (Kendilerine) kitap verilenlerle, ümmîlere (kitabı olmayanlara/müşriklere) de ki: “Siz de İslâm’ı kabul ettiniz mi?” Eğer hakka teslim olup İslâm’a girerlerse, muhakkak doğru yolu bulmuş olurlar. Yok eğer yüz çevirirlerse, artık senin üzerine düşen ancak duyurmaktır. Allah, kullarının her halini hakkıyla görendir.

21. Allah’ın âyetlerini tanımayanlar, haksızlık yaparak peygamberleri öldürenler ve adaleti emreden insanların canlarına kıyanlar var ya, sen onlara çok acıklı bir azabı haber ver.

22. İşte onlar, dünya ve âhirette amelleri boşa giden kimselerdir. Onların (azaplarına engel olacak) hiçbir yardımcıları yoktur.

23-24. (Resûlüm!) Baksana o kendilerine Kitab olarak (Tevrat’)tan bir pay verilmiş (yahudi)lerin haline! (Onlar,) aralarında hüküm vermek için, Allah’ın Kitabı’na çağrılıyorlar da, sonra onlardan bir grup, (o Kitab’a) sırt çeviriyor. Zaten onlar, (ilâhî hükümlerden) yüz çevirenlerdir. Bunun sebebi, onların: “Ateş bize, sayılı (birkaç) gün dışında asla dokunmayacak.” demeleridir. Halbuki (din adına) uydurdukları bu şeyler, dinleri hakkında kendilerini yanıltmıştı.

(Zina eden iki yahudi hakkında Peygamber Efendimiz’in hakemliğine başvuruldu. O da Tevrat’a göre taşlanmalarını emredince kıyameti kopardılar. “Tevrat’ta böyle bir emir yok” diyerek inkâra kalkıştılar. Peygamberimiz Tevrat’ı getirtip o hükmü okutunca dağılıp gittiler.) [Krş. 2/80]

25. Onları (gelmesinde) hiçbir şüphe bulunmayan bir gün (olan kıyamet)te bir araya topladığımız ve hiçbir haksızlığa uğratılmaksızın herkese (dünyada) kazandığının karşılığı tastamam ödendiği zaman, artık (Kur’an’dan/ilâhî buyruklardan yüz çevirenlerin halleri) nasıl olacak (bir düşünseler)?

26. (Resûlüm!) De ki: “Ey mülk ve hâkimiyet sahibi Allah’ım! Sen dilediğine mülkü verirsin, dilediğinden mülkü çekip alırsın; dilediğini yükseltir, dilediğini de alçaltırsın; (her türlü) hayır yalnız senin elindedir. Şüphesiz sen her şeye kâdirsin.”

27. “Gece (saatlerin)den gündüze katar (gündüzleri uzatır)sın. Gündüz (saatlerin)den de geceye katar, (geceleri uzatır)sın, ölüden diri çıkarır diriden de ölü çıkarırsın, dilediğini de hesapsız rızıklandırırsın.”

28. Mü’minler, mü’minleri bırakıp küfre sapanları/İslâm karşıtlarını velî, (hâkim, kumandan, hükümdar ve sırdaş) edinmesin. Kim bunu yaparsa, artık Allah’tan ona (yardım olarak bekleyeceği) hiçbir şey yoktur. Ancak onlardan (gelebilecek bir tehlikeden) korkup da sakınmanız (için zoraki dostça davranmanız ve müslümanların aleyhine olmayacak hususlarda antlaşmalar yapmanız) hariçtir. Allah sizi, asıl kendisine karşı (gelmekten ve isyandan) sakındırır, dönüş ancak Allah’adır. [krş. 4/139-144; 58/22]

29. De ki: “İçinizdekini (küfre sapanlara/İslâm karşıtlarına karşı hissettiğiniz yakınlığı) gizleseniz de, açıklasanız da, Allah onu bilir. Göklerde ve yerde olanları da bilir. Allah her şeye kâdirdir.” [krş. 3/100]

30. O gün (kıyamet)te herkes, (dünyada) yaptığı her hayrı hazır bulacak, işlediği her türlü kötülüğü de… (Ama insan) işlediği (kötülük) ile kendi arasında uzak bir mesafe bulunmasını (onu görmemeyi) arzu edecek. Allah, sizi (azabını hak etmeyesiniz diye) kendisine (karşı gelmekten) sakındırıyor; Allah kullarına karşı çok şefkatlidir.

31. (Ey Resûlüm!) De ki: “Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Çünkü Allah çok bağışlayan ve merhamet edendir.”

(Âyet-i kerîmede Allah’ı tanımak ve bilmekten değil, O’nu sevmekten söz edilmektedir. Çünkü samimi sevgide, münâfıklık olmayıp yakın ilgi, alâka ve bağlılık vardır. Bundan dolayı bir şeye ne kadar ilgi ve alâka gösteriliyorsa, ona olan sevgi de o ölçüde demektir. Allah’ı sevmenin ölçüsü de O’nun emirlerini içtenlikle sevmek, yakın ilgiyle onları yerine getirmek, Resûlü’ne/onun sünnetine uymak ve onun prensiplerini örnek almaktır. İşte buna karşılık da yüce Allah, bizi seveceğini ve mağfiret edeceğini vaadetmektedir.) [bk. 3/164; 4/80; 7/158; 24/63; 33/21. Ayrıca Hz. Peygamber’in emrine aykırı davrananlar için bk. 4/14; 24/63; 33/36]

32. (Yine) de ki: “Allah’a ve Peygamber’e itaat edin.” Eğer yüz çevirirlerse (kâfir olurlar), şüphesiz ki Allah kâfirleri sevmez.

33-34. Allah Âdem’i, Nuh’u, İbrahim ailesini ve ‘İmran ailesini’[11] birbirinin soyu(ndan gelen bir nesil) olarak âlemler üzerine seçkin kıldı (soylarından peygamberler getirdi). Allah (her şeyi) işitendir, bilendir.

35. Hani İmran’ın karısı (Meryem’in annesi Hanne) demişti ki: “Rabbim! Karnımdakini (Beyt-i Makdis’e hizmet etmek üzere) hür bir kul olarak sana adadım, benden kabul buyur. Şüphesiz (niyazımı) hakkıyla işiten, (niyetimi) tamamıyla bilen ancak sensin, sen.”

(Hz. Meryem’in teyzesinin kocası Zekeriya (as.) idi. Meryem’in Beyt-i Makdis’te bakımını o üstlenmişti. Meryem’e, doğu tarafında özel bir oda tahsis etti ki bu oda Kur’an’da ‘mihrab’ olarak isimlendirilmiştir. Mihrab; harb ve çile odası (çilehâne) anlamını taşır.)

36. (Hanne) onu doğurunca, Allah onun ne doğurduğunu bildiği halde şöyle dedi: “Rabbim! Ben onu kız doğurdum; (Beyt-i Makdis’e hizmet bakımından) erkek, kız gibi değildir. Bununla beraber, ben ona Meryem adını koydum.[12] İşte ben, onu ve neslini taşlanıp kovulan şeytana karşı (koruyasın diye) sana sığınır (sana ısmarlar)ım.”

37. Bunun üzerine Rabbi de onu(n böyle adanmış olmasını) güzel bir şekilde kabul etti. Onu güzel bir nebat gibi yetiştirdi ve (eniştesi) Zekeriya’yı da ona bakmakla sorumlu kıldı. Zekeriya, ne zaman (mâbette Meryem’in bulunduğu) mihraba/odaya girdiyse, onun yanında bir yiyecek buldu. “Ey Meryem! Bu sana nereden (geliyor)?” dedi. O da: “Bu Allah katındandır.” dedi. Şüphe yok ki Allah, dilediği kimseye hesapsız rızık verendir.

38. Orada (yiyecekleri görünce) Zekeriya, Rabbine (şöyle) dua etti: “Yâ Rabbi! Bana kendi katından çok temiz bir nesil (çocuk) bahşet. Muhakkak ki sen duayı hakkıyla işitensin.”

39. Zekeriya, mihrab (denen mâbed odasın)da durup namaz kılarken, melekler ona şöyle seslendi: “Muhakkak ki Allah seni, kendisinden (olan) bir kelimeyi (İsa’yı)[13] tasdik eden; (kavmine) efendi, nefsine hâkim ve iyilerden bir peygamber olacak olan Yahya ile müjdeliyor.”[14]

40. (Zekeriya) dedi ki: “Yâ Rabbi! Bana ihtiyarlık gelip çattığı ve karım da kısır olduğu halde benim nasıl bir oğlum olur?” (Allah) buyurdu ki: “Öyle de olsa, Allah dilediğini yapar.”[15]

41. (Zekeriya:) “Yâ Rabbi! O halde bana (buna ait) bir alamet ver.” dedi. (Allah) buyurdu ki: “Senin alametin üç gün insanlara işaretten başka söz söylememendir. Bununla beraber Rabbini çok an ve akşam sabah (O’nu) tesbih et.”

42. Vaktiyle melekler (Meryem’e de): “Ey Meryem! Şüphesiz ki Allah seni seçti, seni (baştan beri) tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınlarından seçkin kıldı.” demişti.

43. “Ey Meryem! Rabbine (ibadet için) dîvan dur, secde et, (O’nun huzurunda) rükû edenlerle beraber rükû et.” (demişti.)

44. (Ey Muhammed!) Bunlar (Hanne, Zekeriya, Yahya, Meryem kıssaları) sana vahyettiğimiz gaybın (görmediğin devrin) haberlerindendir. Meryem’e, (küçükken) onlardan hangisi kefil ol(up himayesine al)acak diye kalemlerini (veya kur’a oklarını) atarlarken sen onların yanlarında değildin. Bu hususta çekiştikleri zaman da sen onların yanlarında değildin.

45. O vakit melekler demişti ki: “Ey Meryem! Allah, kendisinden (gelen) bir kelime ile (şimdiden) sana müjde veriyor ki adı, Meryemoğlu İsa Mesih’tir; dünyada ve âhirette itibarlı ve (Allah’a) yakın olanlardandır.”

(Mesih Hz. İsa’nın bir lakabıdır. İbranice bir kelime olup aslı “Meşiah”tir. “Mübarek” anlamına gelmektedir.)

46. (Melekler, devam ederek dedi ki:) “O, hem beşikte iken hem yetişkinliğinde (peygamber olarak) insanlara hitap edip konuşacak. Üstelik de (o), iyilerdendir.”

47. (Meryem) dedi ki: “Yâ Rabbi! Bana bir beşer eli değmemiş (ilişmemiş) iken nasıl bir çocuğum olur?” (Allah şöyle) buyurdu: “Öyle de olsa Allah, dilediğini yaratır. O, bir işin olmasını dilediği zaman ancak, ‘ol’ der, o da oluverir.” [bk. 19/16-23]

48-49. (Melekler, İsa hakkındaki sözlerine devam ederek: “Allah) ona (İsa’ya) kitabı (okuma yazmayı), hikmeti, Tevrat ve İncil’i öğretecek.” O İsrâiloğulları’na (gönderilen) bir Resûl olarak şöyle diyecektir: “Hakikaten ben Rabbinizden size bir âyet (mucize) ile geldim ki, size çamurdan kuş şeklinde bir şey yaratır ona üflerim. (O da) Allah’ın izniyle, hemen (canlanıp) bir kuş oluverir. Anadan doğma körü ve alacalıyı iyileştiririm, hatta Allah’ın izniyle ölüleri diriltirim, evlerinizde yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Eğer (Allah’a) iman edenlerdenseniz, elbette bunda sizin için (benim peygamberliğimi gösteren) kat‘î bir delil vardır.”

50. “(Yine ben) önümde olan Tevrat’(ın aslın)ı tasdik edici olarak ve size haram edilenlerden (iç yağı ve deve eti gibi) bazısını size (tekrar) helal kılmak için (gönderildim). Size, Rabbinizden (peygamberliğimi ispat eden) bir âyet (mucize) getirdim; artık Allah’tan korkun da bana itaat edin.”

51. “Şüphe yok ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyleyse O’na kulluk edin. İşte doğru yol budur.”

52. İsa, onların inkârları(ndaki ısrarları)nı sezince: “Allah(’ın dîni) için yardımcılarım kimlerdir?” dedi. Havâriler: “Biziz Allah (dînin)in yardımcıları. Biz Allah’a iman ettik ve şahit ol ki biz, gerçek müslümanlarız.” dedi(ler).[16]

53. “Ey Rabbimiz! İndirdiğin (Kitab’)a inandık ve Resûl’ün de peşinden gittik; artık bizi şehadet edenlerle beraber yaz.” (dediler).

(Allah’ın Kitabı’na ve Resûlü’ne inanıp itibar edilmezse, getirilen şehadetin hükmü yoktur.)

54. (Yahudiler, Hz. İsa’yı öldürmek için) hile düşündüler. Allah da hilelerini kendi aleyhlerine çevirdi. Allah hile yapanların karşılığını en iyi verendir.[17]

55. O vakit Allah buyurmuştu ki: “Ey İsa! (Korkma) Şüphesiz ki seni ben (içlerinden) alıp kendi katıma yükselteceğim (seni vefat ettirecek benim),[18] inkâr edenlerden de seni (kurtarıp) arındıracağım ve sana (ancak Allah’ın kulu ve bir peygamberi olarak) uyanları kıyamet gününe kadar, (katımda) inkâr edenlerin üstünde tutacağım. Sonra dönüşünüz ancak banadır. (O vakit) ihtilaf ettiğiniz hususlarda aranızda ben hükmedeceğim.”

56. İnkâr edenlere gelince, onları dünya ve âhirette en şiddetli azap ile cezalandıracağım. Onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

57. İman edip sâlih ameller işleyenlere gelince, (Allah) onlara mükâfatlarını tastamam verecektir. Allah zalimleri sevmez.

58. (Ey Muhammed!) İşte bu sana okuduğumuz (olay ve hükümler), âyetlerden ve hikmet dolu olan (Kur’an’)dandır.

59. Muhakkak ki Allah katında İsa’nın (babasız dünyaya gelişinin) durumu, Âdem’in durumu gibidir. Onu topraktan yarattı. Sonra “ol” dedi, o da derhal oluverdi.

60. (Bu) gerçek, Rabbinden (gelmekte)dir. Artık şüphecilerden olma!

61. Artık sana (İsa’nın, Allah’ın kulu ve Resûlü olduğu hakkındaki) ilim geldikten sonra, seninle kim tartışırsa, de ki: “Gelin (biz ve siz) oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve (sizin) kendinizi çağıralım, sonra lanetleşelim; Allah’ın lanetini yalancılar üzerine dileyelim.”[19]

62. İşte (İsa hakkında) bu (anlattıklarımız), elbette en doğru haberlerdir. (Bilesiniz ki,) Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur. Allah elbette mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibidir.

63. Eğer yine (Allah’ın birliğine iman etmekten) yüz çevirirlerse, elbette Allah, o fesatçıları hakkıyla bilen (ve karşılığını veren)dir.

64. De ki: “Ey Ehl-i Kitab (olan yahudi ve hıristiyanlar)! Bizimle sizin aranızda eşitlik sağlayan (ortak) bir kelimeye gelin: Allah’tan başkasına kulluk etmeyelim, O’na hiçbir şeyi ortak koşmayalım, Allah’ın dışında bazımız bazısını rab edin(ip müşrik ol)masın.” Eğer onlar, yine yüz çevirirlerse (onlara): “Şahit olun ki biz, gerçek müslümanlarız.” deyin.

(Bazılarını rab edinmek: Peygamberimiz’in buyurduğu gibi, Allah’ın emir ve yasakları varken, bunlara aykırı emirler veren kişinin emirlerini emir, yasaklarını yasak sayarak hükümlerini kabullenmek ve isteyerek/gönülden onlara itaat etmek, onları rab kabul etmektir.) [bk. 9/31; 3/83 ve açıklaması]

65. Ey Ehl-i Kitab! Niçin İbrahim hakkında (o yahudi veya hıristiyandır diye) tartışıyorsunuz? Halbuki Tevrat da İncil de ancak ondan sonra indirilmiştir. (Bu kadarına) akıl erdiremiyor musunuz?[20]

66. Haydi siz, hakkında (az) bir bilginiz olan şeyde tartıştınız (diyelim, peki) niçin hiçbir bilginiz olmayan hususta tartışıyorsunuz? Halbuki (her şeyi) Allah bilir, siz bilemezsiniz.

67. İbrahim, ne bir yahudi ne de bir hıristiyandı. Fakat o, “Allah’ı ‘bir’ tanıyan” dosdoğru bir müslümandı; (asla) müşriklerden değildi.[21]

68. Şüphesiz ki İbrahim’e insanların en yakını, (zamanında) ona uyanlarla, şu peygamber (Muhammed) ve ona iman edenlerdir. Allah mü’minlerin dostu ve yardımcısıdır.

69. Ehl-i Kitab’dan bir grup sizi inancınızdan saptırmak (ve kendi dinlerine çevirmek) istediler. Halbuki onlar ancak kendilerini saptırırlar da bunun farkına varamazlar.

70. Ey Ehl-i Kitab! Siz (gerçeği, Tevrat ve İncil’de, peygamberin vasıflarını) gördüğünüz halde niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?

71. Ey Ehl-i Kitab! Niçin hakkı (gerçeği) batıl ile ört(üp batılı hak diye gösteri)yor, bile bile hakkı gizliyorsunuz? [krş. 2/42]

72. Ehl-i Kitab’dan bir grup, (diğerlerine) şöyle dedi: “İman edenlere indirilen (Kur’ân-ı Kerîm’)e gündüzün başında (görünüşte) inanın, günün sonunda (bir bahane ile) inkâr edin. Olur ki (şüpheye düşerler de) onlar da dönerler.”

(Hayber yahudilerinden 12 kişilik bilgin bir grup, âyet-i kerîmede geçtiği gibi, mü’minleri şaşırtmayı planlamışlardı. Cenâb-ı Hak da bu âyet-i kerîmede onların bu planını açığa çıkardı.)[22]

73. “Sizin dininize tâbi olanlardan başkasına da sakın inanmayın!” (derler).[23] (Resûlüm!) De ki: “Şüphesiz (bilin ki) doğru yol, Allah’ın yolu (İslâm)[24] dır.” (O, ileri gelen yahudiler, birbirlerine şöyle derler:) Size verilenin benzerinin (başka) herhangi bir kimseye verilmiş olduğuna, yahut onların (müslümanların) Rabbiniz yanında size karşı delil getire(rek üstün gele)ceklerine de inanmayın. De ki: “Lütuf Allah’ın elindedir, onu dilediğine verir. Allah ‘lütfu ve ihsanı bol olan’, (her şeyi) hakkıyla bilendir.”

74. (Allah,) rahmetini (peygamberliği, kitab ve mucizeyi) dilediğine tahsis eder. Allah büyük lütuf sahibidir.

75. Ehl-i Kitab’dan öylesi vardır ki ona bir kıntar (bin altın)[25] emanet etsen, onu sana (eksiksiz) öder. Onlardan öyle kimse de vardır ki ona bir dînar (altın para) emanet etsen, devamlı üzerinde dikilip durmadıkça (veya dâvâya kalkışmadıkça) onu ödemez. Bunun sebebi de onların: “Ümmîlere (Ehl-i Kitab’dan olmayanlara karşı ne yapsak mübahtır.) Bizim aleyhimize bir yol (bize bir sorumluluk) yoktur.” demeleridir. Onlar, bilip durdukları halde Allah’a karşı yalan söylemektedirler.

76. Hayır (gerçek onların söyledikleri gibi değil), kim ahdini yerine getirir ve “Allah’ın emrine uyup günahlardan sakınırsa” (bilsin ki) şüphesiz Allah, muttakî olan (yasaklarından kaçınan ve emrine uygun yaşayan)ları sever.

77. Doğrusu Allah’a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir değer (olan dünyalık) karşılığında satanlar var ya, işte onlara âhirette hiçbir nasip yoktur. Allah, kıyamet günü onlarla konuşmayacak, onlara (merhametle) bakmayacak ve onları temize çıkarmayacaktır. Onlar için çok acı verici bir azap vardır.

78. Onlardan (Ehl-i Kitab’dan) bir kısmı da, (değiştirdikleri kelimeleri) kitaptan olmadığı halde, okurken; kitaptan olduğunu sanasınız diye dillerini (ve ağızlarını) eğip bükerler. “Bu, Allah katındandır.” derler. Halbuki o, Allah katından değildir. Bile bile Allah namına yalan uydururlar.

79. Allah’ın kendisine Kitab, hüküm ve nübüvvet verdiği hiçbir kişinin kalkıp da insanlara: “Allah’ın dışında bana da kul olun.” demesi[26] yakışmaz; ancak o kimse, “öğretmekte ve okuyup okutmakta olduğunuz Kitab’ın gerektirdiği gibi Rabbe bağlı kullar[27] olun.” diyebilir.

80. (O) size, melekleri ve peygamberleri rabler edinmenizi de emretmez. Siz müslüman olduktan sonra, hiç kâfirliği emreder mi?

81. Allah, peygamberlerlerine (ve ümmetlerine hitaben): “Andolsun ki size Kitab ve hikmet[28] verdim. Sonra size, yanınızda olan (kitaplar)ı tasdik eden bir Resûl geldiğinde, (hepiniz) ona mutlaka inanacaksınız ve ona yardım edeceksiniz.” diye sağlam bir söz alıp: “Siz de bunu kabul ettiniz ve bu ağır yükümü (ahdimi) üzerinize aldınız mı?” dediğinde, onlar da: “Kabul ettik.” dediler. (Allah:) “Öyleyse birbirinize şahit olun, ben de (bu sözünüze) şahit olanlardanım.” buyurdu.

82. Artık bundan sonra kim (verdiği sözden) yüz çevirirse, işte onlar fâsıkların (Allah’ın emrinden sapanların) ta kendileridir.

83. Onlar Allah’ın (son olarak seçtiği İslâm) dininden başkasını mı arıyorlar? Halbuki göklerde ve yerdekiler(in hepsi) ister istemez O’na teslim olmuşlardır ve ancak O’na döndürülüp götürüleceklerdir. [krş. 3/85]

(Kur’an/İslâm geldikten sonra önceki din/kitap ve İslâm dışı ve karşıtı olarak çıkan bütün ideolojilerin hiçbir geçerliliği kalmamıştır. Çünkü İslâm’dan önceki dinler/kitaplar, birer kavme gelmiştir. Bunlardan elde bulunan Tevrat ve İncil de, hem sonraki asırlarda hatırlarda kalanlardan yazılmış hem de tahrif edilmiştir. Yahudi ve hıristiyanlar, Allah’a oğul isnad ederek şirke/küfre düşmüşler (5/17-18, 72-73; 9/30), yahudiler millî ilâh, hıristiyanlar da üçlü ilâh kabul etmişlerdir. Bundan dolayı da İbrâhimî din özelliğini kaybetmişlerdir. Yüce Allah cihanşümûl olarak bütün insanlara tevhid esası üzerine son olarak İslâm dinini ve Kur’an’ı göndermiştir ki aslını aynen korumaktadır. Hıristiyanların, “Dinlerin kaynağı birdir; hangisi olsa Allah’a götürür.” şeklindeki diyalog çağrısında dinleri eşitmiş gibi göstererek, İslâm’ın özelliklerinden ve bilgisinden yoksun genç nesli hıristiyanlaştırmak veya hıristiyanca düşünmelerini sağlama çalışmaları vardır. Din bir tanedir, o da son din İslâm’dır. Ancak İslâm’ı tebliğ için hıristiyan, yahudi hatta ateistle, yani her insanla diyalog kurulur. Bu hususta yüce Allah, 2/120; 3/85, 100. âyetleriyle mü’minleri uyarmaktadır. İlave bilgi için bk. 64. âyet ve açıklaması.)

84. De ki: “Allah’a, bize indirilen (Kur’ân-ı Kerîm’)e, İbrahim’e, İsmail’e, İshak’a, Yakub’a ve torunlarına indirilene; Musa’ya, İsa’ya ve peygamberlere Rableri tarafından verilenlere inandık. Onlardan hiçbirinin arasında (Peygamber olmaları bakımından) ayırım yapmayız (hepsi de haktır). Biz yalnız O’na teslim olanlarız.”

85. Kim artık (son hak din) İslâm’dan başka (İlâhî veya beşerî) bir din arar (onları önemser)se asla ondan kabul edilmeyecek ve o, âhirette de hüsrana (büyük zarara) uğrayanlardan olacaktır.

(Âyet-i kerîmedeki İslâm’dan maksat, en son gönderilen, 84. âyette geçtiği üzere, önceki ilâhî dinlerin esaslarını kabul eden, aynı zamanda dünya ve âhiret için gereken esasları bildiren, yani hem ibadetlerin, hem sosyal hayatın gereken prensiplerini gösteren sosyal ve evrensel ilâhî bir din ve ilâhî bir hukuk sistemidir. Mahiyeti bozulmuş veya insan ürünü değildir. Hıristiyanlar dinlerinin icra yerini kilise yaptıkları gibi, İslâm, yalnız câmide icra edilecek merasim dini de değildir. Buna rağmen bundan başka bir din aranması Allahu Teâlâ yanında geçersizdir. Ancak Allah’ın dinini beğenmeyenler kendilerine uygun gelen bir sınıf (grup ve millet) dini icat etmeye veya İslâm’ı kendilerine uydurmaya çalışırlar; müslüman ancak İslâm’a göre müslüman olur. Bundan dolayı müslümanlar başka bir din/sistem, ideoloji aramaya yönelmezler. Aksi halde Allah’ın onaylamadığı, reddettiği bir şeyi onaylamış ve onu beğenmiş olurlar. Ancak bütün dinlerin üstünde olan İslâm’ı tebliğ için veya dünya işlerine ait meselelerde diğer dinlere mensup insanlar arasında diyalog yani konuşma, anlaşma ve tebliğ olabilir.) [bk. 3/19; 6/114-117; 9/33; 40/14]

86. İman edip Resûl’ün hak olduğuna şahitlik ettikten ve kendilerine (kitaplarında) apaçık deliller geldikten sonra küfre sapan bir kavmi, Allah nasıl hidayete eriştirir (ve muvaffak kılar)?! Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez.

87-88-89. İşte, böyle (kâfirliğe sapan) kimselerin cezası, muhakkak ki Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti(nin) onların üzerlerine (olması)dır. O (lanet cezası)nın içinde ebedî kalacaklardır. Onların ne azabı hafifletilir ne de onlar(ın yüzlerin)e bakılır. Ancak bu (Allah’ın dini İslâm’a ve hükümlerine değer vermemekte küfre sapma suçu)ndan sonra (gücü ve iktidarı varken bir daha asla yapmamak üzere dönüp) tevbe eden, hallerini düzeltenler hariçtir (onlar affedilirler). Çünkü Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. [krş. 4/17-18]

90. İmanlarından sonra (gizli veya açık) kâfir olan, sonra (küfrü) daha da artıranlar var ya, (son nefeste) onların tevbeleri asla kabul edilmeyecektir. İşte onlar sapıkların ta kendileridir.

91. Şu muhakkak ki inkâr eden/küfre sapan ve kâfir olarak ölenler var ya, onların dünya dolusu altını olsa ve onu kurtuluş fidyesi olarak verseler bile hiçbirinden asla kabul edilmez. Onlar için çok acı bir azap vardır ve onların hiçbir yardımcıları da yoktur.

92. Sevdiğiniz şeylerden (Allah yolunda) sadaka vermedikçe asla ‘iyi’ye (hayra, takvâya, Allah’ın rızasına) erişemezsiniz. Her ne sarfederseniz, şüphesiz Allah onu hakkıyla bilen (ve onun mükâfatını veren)dir. [krş. 2/177]

(Hasan-ı Basrî (ks.) der ki: “Bir kimse sevdiği (yanındaki) tek bir hurmayı bile Allah rızası için sadaka olarak verse, bu âyetteki ‘birr/iyi’ye mazhar olur.”)

93. Tevrat indirilmeden önce, İsrâil’in (Yakub’un) kendisine haram saydığı şeylerin dışında, İsrâiloğulları’na bütün yiyecekler helaldi. (Onlara) de ki: “Eğer doğru söylüyorsanız, (asıl) Tevrat’ı getirin de onu güzelce okuyun (yoksa haram ve helal sizin dediğiniz gibi değildir).”

(Yahudilerin Peygamber Efendimiz’e, “Hem İbrahim dininden olduğunu söylüyorsun hem de deve eti yiyor, deve sütü içiyorsun, İbrahim bunları yapmazdı.” demeleri üzerine bu âyet indi.)

94. Artık kim bundan sonra da (haram ve helal hakkında) Allah adına yalan uydurursa, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.

95. (Ey Muhammed!) De ki: “Allah doğruyu söylemiştir (helal ve haramlar/emir ve nehiyler O’nun bildirdiği gibidir). Artık (onların değil şirkten uzak) ‘Allah’ı bir tanıyarak’ İbrahim’in dinine uyun; o, müşriklerden değildi.”

(O, tevhid dinindendi. O, hem çeşitli güçlerin simgeleri olan putlara tapmayı hem de insanları Hak düzenine karşı gelmeye çağıran tâğûtları reddetmişti. Çünkü tâğûtlar, Allah’ın emrine aykırı emir verip hüküm koyarlar, böylece kendi kendilerine birer rab/ilâh olmuş olurlar.)

96. Şüphesiz insanlar(ın ibadet ve ziyareti) için kurulan çok mübarek ve âlemlere hidayet kaynağı olan ilk ev (ilk mâbed), Mekke’deki (Kâbe’)dir.

97. Orada, (Kâbe’nin mâbed olduğunu gösteren) apaçık deliller ve İbrahim’in makamı vardır. Kim oraya girerse emniyette olur. Oraya (gitmeye) bir yol (imkân) bulabilen kimseye, Beyt(ullâh)’ı haccetmesi, Allah’ın hakkı (olarak o kimseye farz)dır. Kim de (bunu reddeder de) küfre saparsa, (küfrü kendi aleyhinedir ve) şüphesiz Allah, bütün âlemlerden müstağnîdir (kimseye ihtiyacı yoktur). [krş. 2/125]

98. De ki: “Ey Ehl-i Kitab! Allah yaptığınız her şeyi görüp dururken, niçin Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorsunuz?”

99. De ki: “Ey Ehl-i Kitab! Artık (İslâm’ın gerçekleri gösteren bir din olduğunu) görüp bildiğiniz halde, niçin onu eğri göstermeye yeltenerek mü’minleri Allah yolundan çevirmeye çalışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.”

(İslâm’ın karşısında olanlar veya bunu açıkça söyleyemeyenler, hep bu yolu izlemişler; onu, modernlikten geri koyan bir din olarak ya da Yahudilik veya Hıristiyanlığın taklidi gibi göstermeye çalışmışlardır.)

100. Ey iman edenler! Eğer Kitab verilen (hıristiyan ve yahudi)lerden herhangi bir gruba uyarsanız (onların İslâm’a aykırı hallerini ve yaşayış şekillerini, plan ve programlarını benimseyip kendinizi onlara benzeme ve beğendirme tavrına ve yarışına girerseniz, iyi bilin ki onlar), sizi (ve neslinizi) imanınızdan (ve mânevî değerlerinizden koparıp, birbirinize hasım yapar) sonra küfre/kâfirliğe döndürürler. [bk. 2/120; 3/149; 4/59; 5/49-50, 54-57; 7/45, 56; 11/19; 60/4, 6]

101. Size Allah’ın âyetleri okunduğu ve içinizde de O’nun Resûlü bulunduğu halde, nasıl küfre/kâfirliğe saparsınız? Kim (küfürden sakınıp) Allah’(ın dîni İslâm’)a sımsıkı sarılırsa muhakkak o doğru bir yola iletilmiş olur.

102. Ey iman edenler! (Gücünüz nisbetinde) Allah’ın emrine uygun yaşayın/aykırılıktan sakının ve ancak müslümanlar olarak can verin. [bk. 12/101 ve dipnotu 64/16]

(Rabbimiz bu âyet-i kerîmede kendisine iman edenlere hayatın gayesi ile ilgili en önemli ikazlardan birini yapmaktadır. Allah’tan gereği gibi korkmak ve İslâmî bir yaşayış içinde ölmek son derece mühimdir. Bunun içindir ki Allah’ı gereği gibi tanıyan ve O’na saygı duyanlar, iman ve sâlih amelle yaşarlar. Küfür, şirk ve tâğût belasına karşı sarsılmazlar, eğilmezler ve şeytanın oyununa gelmezler. Allah’ın bu emri karşısında mü’minler, müslümanca ölmeyi gaye bilirler. Müslümanca yaşayıp ölmek, ferdin kendi iç dinamiklerini ve yaşantısını İslâm’a uygun hâle getirmekle beraber bunun yanında kendi içinde bulunduğu toplumun da yalnız diliyle “müslümanım” demesi değil, müslümanca yaşamayı isteyen ve yaşayan bir toplum olması da bunu kolaylaştıran sebeplerden olur. Yüce Allah da bunun için aşağıdaki âyetle başka türlüsü olmayan bir hareket tarzını bildirmektedir.) [bk. 23/52-53]

103. Hepiniz toptan Allah’ın ipine (Kur’an’a) sımsıkı sarılın, (onu hayata hâkim kılın, ihtilaf ve tefrikaya düşüp fert fert, grup grup) parçalanıp ayrılmayın. Allah’ın üzerinizdeki (İslâm) nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman (kabileler) idiniz de (Allah) kalplerinizi (İslâm’da) birleştirdi. İşte onun (İslâm) nimetiyle (hepiniz) kardeş oldunuz. Yine siz, bir ateş çukurunun tam kenarında iken oradan sizi (İslâm ile) O kurtardı. İşte Allah, âyetlerini size böylece açıklıyor ki doğru yola eresiniz.

104. İçinizden (herkesi) hayra çağıran, iyiliği (meşru şeyleri; tevhidi ve sâlih ameli) emreden ve kötü olandan men eden bir ümmet (bir topluluk)[29] olsun; işte onlar kurtuluşa erenlerdir.

105. (Ey mü’minler! Siz,) kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanıp ayrılan ve ihtilafa düşenler gibi olmayın. İşte onlar için (kıyamette) çok büyük bir azap vardır.

106. O günde, birtakım yüzler ağaracak, birtakım yüzler de kararacak. Yüzleri kararanlara gelince (onlara): “İman ettikten sonra (Allah’ın emirlerini tanımayıp) inkâra/küfre saptınız ha! İşte küfre sapmanıza/inkâr etmenize karşılık azabı tadın!” (denilecek). [bk. 75/22-24; 80/38-41]

107. Yüzleri ağaranlar ise, Allah’ın rahmeti içinde (cennette)dirler. Onlar orada ebedî kalacaklardır.

108. (Ey Muhammed!) İşte bunlar, Allah’ın âyetleridir. Onları sana gerçeği bildirmek üzere okuyoruz. Allah âlemlere (hiçbir surette) zulmetmek/haksızlık etmek istemez. [krş. 28/3]

109. Göklerde ve yerde olanlar Allah’ındır. (Bütün) işler, (hesap için) ancak Allah’a döndürülür.

110. (Ey Muhammed ümmeti! Dininiz sayesinde) siz, insanların iyiliği için çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz. (Çünkü) iyiliği emreder, kötülüğe engel olur ve Allah’a (hakkıyla) inanırsınız. Eğer Ehl-i Kitab (yahudi ve hıristiyanlar) da (sizin gibi) iman etmiş olsalardı, elbette onlar için hayırlı olurdu. (Gerçi) onlardan bir kısmı iman etmişlerdir. (Fakat) onların pek çoğu (dinden) sapmış kimselerdir. [krş. 3/104]

(Hayırlı bir ümmet olma özelliğine sahip olabilmek için, âyet-i kerîmede buyurulduğu üzere, Allah’ın emir ve yasaklarını O’nun bildirdiği şekilde bilmek, hayat ve hareket tarzını onlara uygun hâle getirmek ve gücü nisbetinde bunun yaptırımı için seferber olmak gerekir. Peygamberimiz, “Kim bir kötülüğü görürse eliyle, buna gücü yetmezse diliyle engel olsun. Buna da gücü yetmezse, (onu yapana) kalbiyle buğzetsin; bu da imanın en zayıfıdır.” buyurmuştur.)

111. (Ey müslümanlar!) O (dinden sapanlar ve İslâm karşıtı ola)nlar eziyet etmenin dışında size asla zarar veremezler. Sizinle savaşacak olurlarsa da geri dönüp kaçarlar, sonra onlara yardım da edilmez.

112. Onlar (yahudiler); nerede bulunurlarsa (bulunsunlar) -Allah’ın ahdine ve (mü’min) insanların ahdi (ve himayesi)ne sığınanlar hariç- üzerlerine zillet (aşağılık damgası) vurulmuştur. Artık onlar Allah’tan bir gazaba uğradılar ve üzerlerine miskinlik (ve aşağılık damgası) vuruldu. Bu, onların Allah’ın âyetlerini inkâr etmeleri ve haksızlık yaparak peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir. Bu da onların âsî olmalarından ve haddi aşmalarındandır. [krş. 2/61; 3/21]

113. (Onların) hepsi bir değildir. Ehl-i Kitab içlerinden artık (müslüman olup) ‘Allah’ın emirlerini tutan’,[30] gece vakitlerinde Allah’ın âyetlerini okuyan ve secde edenler vardır.

114. (Bunlar, gerçekten) Allah’a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emreder, kötülüğe engel olurlar ve hayır işlerinde yarışırlar. İşte bunlar (Allah katında) iyilerdendir.[31]

115. Yaptıkları hiçbir iyilik, asla inkâr edilmeyecek (mükâfatı verilecek)tir. Allah, takvâ sahiplerini (emirlerine uygun yaşayanları) çok iyi bilendir.

116. O küfre sapan/inkâr edenlere gelince, onların ne malları ne de evlatları Allah’(ın azabın)a karşı kendilerine asla fayda vermeyecektir. Onlar ateş ehli (cehennemlik)dirler; onlar hep orada kalacaklardır.

117. Onların bu dünya hayatında yaptıkları harcamaların hali; kendi kendilerine zulmetmiş bir topluluğun ekinlerini vurup da onu mahveden, dondurucu soğukluktaki bir rüzgarın haline benzer (Sadaka ve hayırlarının âhirette kendilerine hiç faydası olmaz). Doğrusu Allah onlara zulmetmedi, fakat onlar kendi kendilerine zulmetmektedirler.

(İşte inançsızların inkâr rüzgarı, iyilik ve hayır namına ne varsa hepsini mahveder, âhirette ellerini boşa çıkarır. Ancak o şeyler, bu dünyada bir gösteriş ve övünmeden ibaret kalır.)

118. Ey iman edenler! Sizden olmayanı sırdaş (ve dost) edinmeyin. (Çünkü) onlar, sizi(n dininizi ve düzeninizi) bozmaktan geri durmazlar; daima size sıkıntı verecek şeyleri arzu ederler. Hakikaten, onların aşırı kin (ve düşmanlık)ları ağızlarından (taşıp) ortaya çıkmıştır. Gönülde gizledikleri (kin) ise daha büyüktür. Eğer düşünürseniz size âyetlerimizi böylece açıkladık.

119. İşte siz (mü’min)ler öyle kimselersiniz ki onlar (Allah’a ve İslâm’a karşı cephe alanlar), sizleri sevmedikleri halde siz onları(n peygamberlerini tasdik edip) sever ve bütün kitaplara[32] inanırsınız. Onlar ise, (ancak) size rastladıkları zaman “iman ettik” derler. Kendi başlarına kaldıklarında, size karşı öfke (ve kin)lerinden parmaklarının uçlarını ısırırlar.[33] (Resûlüm!) De ki: “Öfkenizden ölün (geberin)!” Şüphesiz Allah gönüllerdekini hakkıyla bilendir.

120. Size bir iyilik dokunursa, onlara (içten içe) fenalık gelir/sıkıntı basar. Size bir kötülük/sıkıntı dokunursa, onunla sevinirler. Eğer sabreder ‘Allah’ın emrine uygun yaşarsanız,’ onların hilesi size hiçbir şekilde zarar vermez. Elbette ki Allah(’ın ilmi ve kudreti), onların yaptıklarını kuşatmıştır.

121. (Ey Muhammed!) Hani vaktiyle sen, (Medine’de) savaş için durulacak (elverişli) mevzilere mü’minleri yerleştirmek üzere, ailenden sabah erkenden ayrılmıştın. Allah (sözlerinizi) hakkıyla işiten ve (niyetlerinizi) bilendir.

122. Hani (Uhud gazvesinde) sizden iki bölük,[34] Allah kendilerinin yardımcısı olduğu halde, korkuya kapılıp (ordunun iki kanadından) geri çekilmeye niyetlenmişti. Halbuki mü’minler ancak Allah’a güvenip dayanmalıydılar.

123. Muhakkak ki Bedir[35] (gazvesin)de siz, (asker ve silah bakımından) daha zayıf iken, Allah size yardım etmiş (ve zafer vermiş)ti. ‘Allah’ın emirlerine uygun yaşayın’ ki şükretmiş olasınız.

124. O vakit sen (Bedir’de) mü’minlere: “İndirilen üç bin melekle Rabbinizin size yardım etmesi yetişmez mi?” diyordun.

125. Evet, eğer sabreder ve (Allah’a itaatsizlikten) sakınırsanız ve (bu arada) onlar (düşmanınız) hemen üstünüze geliverirse, Rabbiniz size, nişâneli (özel işaretli, teçhizatlı) beş bin melekle yardım eder.

126. Allah bunu, size ancak bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yapmıştır. Yardım/zafer ancak, mutlak galip, hüküm ve hikmet sahibi Allah tarafındandır.

127. (Bir de Allah bu yardımı size) inkâr edenlerin bir kısmını(n veya ileri gelenlerinin başlarını) kessin yahut onları perişan etsin de (geri kalanlar) umutsuzluk içinde geri dönsünler diye (yaptı).

(Bedir gazvesinde, Allah’ın yardımıyla kâfirlerin ileri gelenleri ve reislerinden yetmiş tanesi öldü, bir o kadarı da esir edildi, orduları bozguna uğradı.)

128. (Kullarımın) iş(in)den hiçbir şey sana ait değildir (sen sadece tebliğ edici ve uyarıcısın). O (Allah) ya onların tevbelerini (İslâm’a girmekle) kabul edecek veya zalim (müşrik) olduklarından onlara azap edecektir.

129. Göklerde ve yerde olanların hepsi Allah’ındır. Dilediğini (lütfuyla) bağışlar, dilediğine (adaletinin gereği olarak) azap eder. Allah çok bağışlayandır ve çok esirgeyendir.

130. Ey iman edenler! Ribâyı (faizi), hele de kat kat artırılmış olarak (hiç) yemeyin. Allah’ın azabından korkun/emirlerine uygun yaşayın ki kurtuluşa eresiniz.[36] [krş. 2/276]

131. Kâfirler için hazırlanmış ateşten sakının.

132. Allah’a ve Peygamber’e itaat edin ki merhamete nâil olasınız.

133. Rabbinizin bağışlamasına (nâil olmaya) ve takvâ sahipleri için hazırlanmış, genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşuşun. [bk. 57/21]

134. O (takvâ sahibi) olanlar, bollukta ve darlıkta (Allah rızası için) sarfederler, öfkelerini yutarlar ve insanları affederler. Allah iyilik yapan (ve güzel davranan)ları sever.

(Takvâ sahipleri yani Allah’ın emirlerine uygun yaşayanlar, dünya malına karşı olan tutumlarında çocukluk safhasını geçmiş fazilet safhasına ulaşmıştır. Çünkü çocukluk safhasındaki insanlar ihtiyacı olsun olmasın, azıcık fayda umduğu şeyi elde etmek için çırpınırlar ve onu elde etmeyince rahat edemezler; aç gözlü ve bencildirler, elindekini kimseye vermemeye ve göstermemeye çalışırlar. İkinci safhadakiler gözünü dünyaya dikmeyip, kanaate ulaşanlardır. Üçüncü safhadakiler ise takvâ sahipleri olup maddeye bağımlılıktan kurtulup İslâmî ölçüde kendisine yetecek olandan fazlasını Allah rızası için bollukta ve darlıkta sarfederler. İşte bunlar muhsinlerdir.[37]) [bk. 3/180; 25/67; 59/9; 76/8]

135. Ve (yine) onlar, çirkin bir iş işledikleri veya (günahlarla) kendilerine zulmettikleri zaman, Allah’ı anarak hemen günahlarının bağışlanmasını isterler. Zaten, Allah’tan başka kim günahları bağışlar ki? Bir de onlar, işledikleri (günah ve hatalı işleri)nde bilerek ısrar etmezler.

136. İşte onların mükâfatı, Rablerinden bir bağışlanma ve alt tarafından ırmaklar akan, içinde ebedî kalacakları cennetlerdir. Böyle (iyi amel) yapanların mükâfatı ne güzeldir!

137. Sizden evvel nice olaylar (ve şeri’atler) gelip geçti. Yeryüzünü dolaşın da (peygamberlerini ve getirdiklerini) yalanlayanların sonunun nasıl olduğunu (bir) görün.

138. İşte bu (Kur’an), bütün insanlara (yönelik) bir açıklamadır, takvâ sahiplerine (Allah’ın emirlerine uygun yaşamak isteyenlere) bir yol gösterme (hidayet) ve öğüttür.

139. (Ey mü’minler!) Gevşemeyin ve üzülmeyin. Eğer (gerçekten) mü’min iseniz (düşmanlarınızdan) çok üstünsünüzdür.

140. Eğer siz (Uhud’da) yara aldı iseniz, (düşmanınız olan) o kavim de (Bedir gazvesinde) benzeri bir yara almıştı. İşte biz, o günleri (bazen galibiyet ve bazen mağlubiyet şeklinde) insanlar arasında döndürür dururuz. Bu da, Allah’ın gerçekten iman edenleri ortaya çıkarması ve sizden şahitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.

141. (Bir de) Allah’ın, mü’minleri (seçerek, günahlarından) temizlemesi ve kâfirleri mahvetmesi içindir.

142. Yoksa Allah içinizden cihad edenleri ayırt edip ortaya koymadan, sabır (ve sebat) edenleri belirleyip meydana çıkarmadan (kolayca) cennete gireceğinizi mi sandınız? [krş. 2/214; 29/23]

143. Andolsun ki siz, (savaşıp) ölümle karşılaşmadan önce ölmeyi (şehit olmayı) temenni etmiştiniz. Oysa (Uhud’da) onu gördüğünüz halde (seyirci gibi) bakıp duruyordunuz.

(Bedir şehitlerine imrenenlerin çoğu, Uhud gazvesi sırasında sözlerinde metanet gösterememişlerdi.)

144. Muhammed, sadece bir resûldür: Ondan önce de peygamberler gelip geçti. Şimdi o ölür veya öldürülürse, ökçelerinizin üzerinde (eski dininize) gerisin geriye mi döneceksiniz? Kim böyle ökçeleri üzerinde geriye dönerse, elbette Allah’a hiçbir şekilde zarar veremez. Allah şükrü yerine getiren (muvahhid)lerin mükâfatını verecektir.[38]

145. Allah’ın izni olmadan hiçbir kimseye ölmek yoktur. (Ölüm) vadeye yazılmış bir yazıdır. Kim dünya nimetini isterse, kendisine ondan veririz; kim de (ibadet ve itaatiyle) âhireti ve sevabını isterse kendisine de ondan veririz. Böylece şükrü yerine getirenleri (fazlasıyla) mükâfatlandıracağız.

146. Nice peygamberler vardır ki onlarla birlikte (Allah erleri) birçok cemaat[39] savaştı da, Allah yolunda kendilerine gelen (meşakkat)lerden (dolayı) gevşeyip yılmadılar, zayıflık gösterip boyun eğmediler. Allah sabır (ve sebat) edenleri sever.

147. Onların (bu anlardaki) sözleri: “Ey Rabbimiz! Bizim günahlarımızı ve işlerimizdeki taşkınlıklarımızı bağışla. (Savaşta) ayaklarımızı sabit kıl (bize dayanıklılık ver) ve kâfirler güruhuna karşı bize yardım et/zafer ihsan eyle.” demekten başka bir şey değildi.

148. İşte (bu yüzden) Allah, onlara hem dünya nimetini/mükâfatını, hem de âhiret sevabının güzelliğini (cennetini ve nimetlerini) verdi. Allah, güzel hareket edenleri sever.

149. Ey iman edenler! Eğer küfre sapanlara itaat eder (ve İslâm’a uymayan yaşayış şekillerini benimser)seniz, sizi ökçeleriniz üzerinde gerisin geri (küfre) çevirirler de (dünya ve âhirette) ziyana uğrayanların durumuna düşersiniz.[40]

150. Halbuki Mevlânız (sahip ve yardımcınız) ancak Allah’tır (o halde, ancak O’na itaat edin). O, yardımcıların en hayırlısıdır.

151. Hakkında (Allah’ın) hiçbir delil indirmediği (put ve tabulaştırdıkları) şeyleri Allah’a eş koştuklarından (onları ilâh haline getirdiklerinden) dolayı, küfre sapanların kalbine korku düşüreceğiz. Onların dönüp varacağı yer ateştir. Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!

152. Gerçekten Allah, (size olan yardım) vaadini doğruladı (yerine getirdi). Hani O’nun izniyle onları (Uhud’da) kırıp geçiriyordunuz. Fakat sevdiğiniz (zaferi ve bıraktıkları ganimet)i size gösterdikten sonra, (Peygamber’in verdiği) emir hakkında gevşediniz, (yerlerinizde kalıp kalmamak hususunda) tartıştınız ve (emre) karşı geldiniz: Kiminiz dünyayı (ganimeti) istiyor, kiminiz de (emre bağlı kalarak) âhireti istiyordu. Sonra (Allah), sınamak için onlar(a karşı başarı)dan sizi geri koydu (yenilgiye uğrattı). Bununla beraber sizi bağışladı. Allah mü’minlere karşı çok lütufkârdır.

(Uhud gazvesinde Ayneyn gediğine yerleştirilen nöbetçi okçular, düşmanın bir an bozulması üzerine ganimet alınıyor zannıyla, Resûlullah’tan emir gelmeden çoğu ganimet için yerlerini terketmişlerdi. Mekkeli müşrikler de hemen oradan geçerek müslümanları arkadan sarmışlar ve müslümanlar bunun üzerine birden paniğe kapılmışlar, kaçmışlardı.)

153. O vakit (Uhud gazvesinde) Peygamber arkanızdan: (“Ey Allah’ın kulları! Ben Allah’ın Peygamberiyim, bana gelin.” diye) çağırdığı halde, siz sürekli (savaş meydanından) uzaklaşıyor, (kaçıp dağa çıkıyor) kimseye dönüp bakmıyordunuz. Bunun üzerine (Allah), ne elinizden giden (zafer)e ne de başınıza gelen (musibet)e üzülmemeniz için size keder üstüne keder verip cezalandırdı. Allah yaptıklarınızdan haberdardır.

(Sonunda müslümanlar savaşı kazanmasalar da, Allah’ın bağışlamasıyla tekrar toparlanıp mutlak bir bozgundan kurtuldular ve müşrikleri Mekke’ye doğru kovaladılar.)

154. Sonra (Uhud gazvesinden kesin zafer elde edememe) kederin(in) arkasından Allah üzerinize öyle bir güven ve (bunun yol açtığı bir) uyku hali getirdi ki o hal içinizden bir kısmını sarıyordu. (Münâfık olan) diğer bir kısmı da canlarının derdine düşmüş, Allah’a karşı, câhiliye devrindeki gibi haksız bir zanda/düşüncede bulunarak: “Bu işten bize ne?” diyordu. (Ey Resûlüm!) “Bütün iş (yetki ve karar) Allah’ındır.” de. Onlar, senin huzurunda açığa vuramadıklarını, içlerinde gizliyorlar ve: “Bu işte bizim bir payımız olsa (sözümüz tutulsa veya Muhammed’in vaadi yerine gelse) idi, biz burada, öldürülmezdik.” diyorlar. (Resûlüm! Yine) de ki: “Evlerinizde olsaydınız bile, üzerlerine ölüm yazılmış olanlar, devril(ip öl)ecekleri yerlere mutlaka çıkıp gideceklerdi. Bu, Allah’ın gönlünüzdeki (ihlas ve fitne gibi) şeyleri yoklaması ve kalplerinizdeki (vesveseleri) temizlemesi içindir. Allah, sînelerdekini hakkıyla bilicidir.”

155. (Uhud gazvesinde) iki topluluk karşılaştığı gün, içinizden geri dönüp gidenlerin işledikleri (hata)nın bir kısmından dolayı şeytan, ayaklarını kaydırmak istemişti. (Tevbe etmeleriyle) şüphesiz Allah, onları affetti. Gerçekten Allah çok bağışlayıcıdır, Halîm’dir (cezada acele edici değil, mühlet vericidir).

156. Ey iman edenler! (Siz,) sefere çıktıkları veya savaşa gittikleri zaman (ölen) kardeşleri için: “Eğer yanımızda olsalar ölmezler ve öldürülmezlerdi.” diyen o kâfirler gibi olmayın. Allah, bu (sözleri)ni onların kalplerinde (derin) bir hasret (yarası) kılmıştır. Yaşatan ve öldüren Allah’tır. Allah yaptıklarınızı hakkıyla görendir.

157. Andolsun ki Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah tarafından (kazanacağınız) bağışlanma ve rahmet, onların (yaşayıp da) toplayacakları (bütün dünyalık) şeylerden daha hayırlıdır.

158. Andolsun ki sizler ölseniz de öldürülseniz de Allah’ın huzurunda toplanacaksınız.

159. (Ey Resûlüm! Genelde ve özellikle Uhud gazvesinde sen) Allah’tan bir rahmet ile onlara yumuşak davrandın. Eğer kaba, katı yürekli olsaydın, elbette onlar etrafından dağılıverirlerdi. O halde onları affet, onlar için mağfiret dile ve (umûma ait) iş hakkında onlara danış, artık karar verdiğin zaman da, Allah’a güvenip dayan (onu yap). Şüphesiz Allah kendisine güvenip dayananları sever. [krş. 42/38]

160. Eğer Allah yardım ederse, artık size üstün gelecek hiç kimse olamaz. Şâyet (Allah ve Resûlü’ne bağlılıktan ayrılır da) O da, sizi yardımsız bırakırsa, ondan sonra size yardım edecek kim olabilir? Öyleyse mü’minler ancak Allah’a güvenip dayansınlar.

161. Bir peygamberin ganimete (ümmetin/kamunun malına ve emanete) hıyaneti olacak şey değildir.[41] Kim hıyanet ederse, kıyamet günü hıyanet ettiği o şeyle gelir. Sonra herkese kazandığı hiç haksızlığa uğratılmaksızın tastamam verilir.

162. Allah’ın rızasına uyan kimse, Allah’ın hışmına uğrayan ve varacağı yer cehennem olan kimse gibi olur mu?! (O), ne kötü bir dönüş yeridir!

163. Onlar, (Allah rızasını kazanmada ve fazilette) Allah katında derece derecedirler. Allah, onların yaptıklarını görmektedir.

164. Hakikaten Allah, mü’minlere büyük bir lütufta bulundu da: Kendi içlerinden, onlara âyetlerini okuyan, onları (fena huy ve günahlardan) temizleyen ve onlara Kitab’ı, hikmeti[42] öğreten bir Resûl gönderdi. Halbuki onlar, bundan önce hiç şüphesiz açık bir sapıklık içinde idiler.

165. (Bedir gazvesinde kâfirlerin başına musibetin) iki katını getirdiğimiz halde (Uhud gazvesinde) size bir (kat) musibet gelince mi: “(Peygamber bizimle beraber ve biz de müslüman olduğumuz halde) bu nereden geldi?” dediniz. De ki: “O (bela), kendi tarafınızdan (ve Peygamber’e itaat etmeyişinizden)dir.” Şüphe yok ki Allah her şeye kâdirdir.

(Bedir gazvesinde müşrikler yetmiş ölü ve yetmiş esir vermişler, Uhud gazvesinde ise müslümanlardan yetmiş şehit verilmiştir.)

166-167. Ey Mü’minler! İki topluluğun (Uhud gazvesinde) karşılaştığı gün başınıza gelen (musibet) Allah’ın izniyle olmuştur. (Bu da Allah’ın gerçek) inananları ayırt etmesi ve münâfıklık yapanları meydana çıkarması içindi. (Münâfıklara): “Gelin, Allah yolunda savaşın veya (düşmana karşı) savunmada bulunun.” denildi de: “Eğer biz savaş etmeyi bilseydik, elbette arkanızdan gelirdik.” dediler. Onlar o gün, küfre, imandan daha yakındılar. Onlar, ağızlarıyla (inanıyoruz diye), kalplerinde olmayanı söylüyorlardı. Allah, (onların kalplerinde) gizlediklerini pek iyi bilendir. [krş. 3/152]

168. (Uhud’a savaşa gitmeyip evde) oturanlar da (savaşta ölen) kardeş (ve yakın)ları hakkında: “Eğer bize itaat ed(ip Medine’de kal)salardı ölmezlerdi.” demişlerdi. Onlara de ki: “Eğer doğru sözlü iseniz, ölümü kendinizden geri çevirin.”

169-170. Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü zannetme! Bilakis onlar Rableri katında diridirler ve rızıklanırlar. (Hem de) Allah’ın kendilerine lütfettiği (şehitlik rütbesi)ne kavuşmaları sebebiyle sevinç içerisindedirler. Arkalarından henüz kendilerine (şehit olarak) katılmamış olanlara da, hiçbir korku ve üzüntü olmayacağını müjdelemek isterler. [krş. 2/154]

171. (Yine onlar) Allah’ın nimet ve ihsanı ile ve Allah’ın mü’minlerin mükâfatını zâyi etmeyeceği müjdesi ile de sevinirler.

172. O (mü’minler) yara aldıktan sonra (müşrikleri kovalayıp geri püskürtmek için) Allah ve Resûlü’nün çağrısına uyanlardır. İçlerinden iyilik yapanlar ve muttakî olanlar (Allah’ın emirlerine uygun yaşayan, günahtan sakınanlar) için çok büyük bir mükâfat vardır. [krş. 3/166]

173. Onlar (Allah ve Resûlü’ne bağlanmış öyle kimselerdi) ki halk kendilerine: “(Düşmanlarınız olan) insanlar size karşı ordu topladılar, o halde onlardan korkun.” deyince, bu (söz) onların imanlarını artırdı da: “Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!” dediler (ve sefere çıktılar).

(Resûlullah ile yetmiş kişi, Ebû Süfyan’ın Uhud’dan sonra, “Yıl dönümünde Bedir’de çarpışalım.” dediği yere gitmiş, fakat Ebû Süfyan, geleceğine dair şâyia çıkarmasına rağmen yüreğine korku düştüğünden gelmemişti.)

174. (Öyle oldukları içindir ki) kendilerine hiçbir fenalık dokunmadan hem Allah’tan nimet (olan sağlık ve selamet)le hem de (ticaret yapıp) bollukla (Bedir’den) geri döndüler; böylece Allah’ın rızasına da uymuş oldular. Allah büyük lütuf sahibidir.

175. O şeytan (ruhlu),[43] ancak sizi kendi dostları olan (müşrik ve kâfirler)le korkutur. Eğer (gerçek) mü’min iseniz onlardan korkmayın, benden korkun!

176. (Resûlüm! İslâm’a sırt dönüp) küfre doğru koşanlar seni üzmesin. Şüphesiz onlar, Allah’a hiçbir şekilde zarar veremezler (aksine sadece kendilerine zarar verirler). Allah, onlara âhirette bir nasip vermemeyi diliyor. Onlar için büyük bir azap vardır.

177. İman karşılığında küfrü satın al(ıp değiş)enler, şüphesiz ki Allah’a hiçbir zarar veremezler. Onlar için çok acıklı bir azap vardır.

178. Küfre sapanlar, onlara mühlet vermemizin, kendileri hakkında hayırlı olduğunu asla sanmasınlar. Onlara, ancak günahlarını artırmaları için mühlet veriyoruz. Onlar için zelil ve perişan eden bir azap vardır.

179. Allah, mü’minleri içinde bulunduğunuz şu (iyinin kötünün ayrılmadığı) durumda bırakacak değildir. Nihayet, pis olanı temizden (münâfık ve kâfiri, samimi olandan) ayıracaktır. Allah, size “gaybı” da bildirecek değildir. Fakat Allah, peygamberlerinden dilediğini seçer (gayptan onu haberdar eder). O halde Allah’a ve peygamberlerine inanın. Eğer iman eder ve (günahlardan) korunursanız, sizin için çok büyük bir mükâfat vardır.

180. Allah’ın lütfu ile kendilerine bol bol verdiği şeyde (infak etmeyip) cimrilik yapanlar, asla bunun kendileri için hayırlı olduğunu sanmasınlar. Aksine bu onlar için bir şerdir. (Allah’ın verdiğini Allah için verme konusunda) cimrilik ettikleri şeyler, kıyamet gününde boyunlarına (ateşten halka halinde) geçirilir. Göklerin ve yerin mirası Allah’ındır, (bütün mülk O’nundur; her şey, yine O’na kalacaktır). Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.

(Yahudi kabilesi Benû Kaynuka’nın ileri gelenlerinden Fenhas, Resûlullah’ın kendilerini İslâm’a davet mektubuna karşı, Allah’a ihtiyaçları olmadığını kastederek “biz zenginiz” demişti. Sonra korkusundan inkâr etti ama bütün gizlilikleri bilen Allah bunu Resûlü’ne şu âyetle bildirmiştir:)

181. “Allah fakirdir, biz zenginiz.” diyen (yahudi)lerin sözünü Allah elbette işitmiştir. Onların söylediklerini ve haksız yere peygamberlerini[44] öldürmelerini yazacağız ve (onlara): “Tadın o yakıcı azabı!” diyeceğiz.

182. İşte bu (azap) kendi yaptığınız (günahlar)ın karşılığıdır. Şüphesiz ki Allah, kullarına asla zulmedici değildir.

183. “Allah bize (gökten mucize olarak inen bir) ateşin yiyeceği (yakıvereceği) kurban getirinceye kadar hiçbir peygambere iman etmememizi, (Tevrat’ta) emretti.” diyen (yahudi)lere de ki: “Elbette benden önceki resuller size açık delil (ve mucize)lerle beraber, dediğinizi de getirmişti. Eğer doğru sözlü iseniz niçin onları öldürdünüz?”

184. (Ey Resûlüm! Şimdi onlar) senin nübüvvetini yalanlarlarsa (üzülme, çünkü) senden evvel açık delil (ve mucize)ler, (hikmetli) sahifeler ve aydınlatıcı kitap getiren peygamberler de yalanlanmıştır.

185. Her canlı (nefis) ölümü tadacaktır. Ecirleriniz (yaptıklarınızın karşılıkları) ancak kıyamet günü tastamam verilecektir. (O gün) kim ateşten uzaklaştırılır da cennete konulursa, artık o gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı, ancak aldatıcı bir metâ (geçici zevk ve faydalanma)dan ibarettir. [krş. 21/35; 29/57]

186. Andolsun ki mallarınız ve canlarınızla (fedâkârlığa katlanma) hususunda imtihan edileceksiniz; ve (üstelik) sizden önce kendilerine kitap verilmiş olanlardan ve müşriklerden çok incitici şeyler işiteceksiniz. Eğer sabreder ve takvâ üzere olursanız, elbette bu (davranış), yapılacak işlerin en değerlisidir. [krş. 2/109]

187. Vaktiyle Allah, kendilerine kitap verilenlerden: “Onu(n hükümlerini) mutlaka insanlara açıklayacaksınız ve onu gizlemeyeceksiniz.” diye söz almıştı. Ama onlar o sözü önemsemeyerek kulak ardı ettiler ve ona karşılık az bir paha (olan dünyalık menfaat)i aldılar. Bu satın aldıkları şey ne kötüdür!

188. (Yapıp) ettikleri ile şımaran ve yapma(yıp yanılt)tıkları şeylerle övülmeyi sevenleri hesaba katma, sakın onların azaptan kurtulacakları bir yerde bulunacaklarını da sanma! Onlar için acıklı bir azap vardır.

189. Göklerin ve yerin mülkü (ve hükümranlığı) Allah’ındır. Allah her şeye kâdirdir.

(Bu böyle iken, mutlak hâkimiyeti Allah’tan başka varlıklara atfetmek, onları Allah’a denk duruma getirmek şirktir.) [bk. 4/48]

190. Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında, gece ve gündüzün ‘birbiri ardınca gelip gitmesinde’ (ve uzayıp kısalmasında) akl-ı selîm sahipleri için (Allah’ın birliğine ve kudretine ait ibret verici) deliller vardır. [krş. 10/6]

(Akl-ı selîm, günahlarla veya tevhidi bozan şeylerle kirlenmemiş, vahiyle birleşen, buna göre düşünebilen, nefsin esiri olmayan akıl anlamındadır.)

191. (İşte) o (akl-ı selîm sahibi) kimseler ayaktayken, otururken, yan taraflarına yaslanarak yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünürler (ve derler ki:) “Ey Rabbimiz! Bunu boş yere yaratmadın. Seni tenzih ederiz, bizi ateş azabından koru.” [krş. 4/103]

192. “Ey Rabbimiz! Elbette sen kimi ateşe sokarsan, şüphesiz onu ‘aşağılık ve perişan edersin. (Küfre, şirke ve âsîliğe saparak azabı hak etmiş) zalimlerin hiçbir yardımcıları yoktur.”

193. “Ey Rabbimiz! Gerçekten biz; Rabbinize inanın diye çağıran bir davetçiyi işittik, hemen iman ettik. Ey Rabbimiz! Günahlarımızı bağışla, kötülüklerimizi ört ve canımızı iyilerle beraber al.”[45]

194. “Ey Rabbimiz! Bize peygamberlerin vasıtasıyla vaadettiğin (sevab)ı ver, bizi kıyamet gününde rezil etme! Elbette sen, sözünden asla dönmezsin.”[46] (derler).

195. Bunun üzerine Rableri onların dualarına (şöyle) icâbet buyurdu: “Ben elbette, sizden erkek ve kadın (ayırmaksızın hayra) çalışan hiçbir kimsenin amelini boşa çıkarmayacağım. Sizler, hep birbirinizden (hâsıl olma)sınız. İşte (dini için) hicret edenlerin, yurtlarından çıkarılanların, benim yolumda eziyete uğrayanların, savaşanların ve öldürülenlerin, mutlaka günahlarını örteceğim ve elbette onları, alt tarafından ırmaklar akan cennetlere koyacağım.” Bu mükâfat Allah tarafındandır. Allah ise sevabın/ödülün en güzeli katında olandır. [krş. 2/186]

196. Küfre sapan/inkâr edenlerin (görünüşte refah içinde) diyar diyar dönüp dolaşmaları sakın seni aldatmasın!

(Bazı mü’minlerin, bazı müşriklerin ve inkârcıların geniş maddî imkânlar içinde olduklarını görüp “Onlar huzur içinde, biz ise sıkıntı içindeyiz.” demeleri üzerine yüce Allah gerek peygamberin şahsında burada, gerek diğer âyetlerde (2/200-201; 17/18-19; 43/33-35) mü’minlerin izleyecekleri hareket tarzını açıklamaktadır. Buradaki hitap, Peygamber Efendimiz’in şahsında bütün mü’minleredir.)

197. Bu (inanmayanların refahı), pek kısa bir faydalanma ve eğlence! Sonra varacakları yer cehennemdir. O ne kötü duraktır!

198. Fakat Rablerinin emirlerine uygun yaşayanlar için alt tarafından ırmaklar akan cennetler vardır. Allah’ın bir ikramı olarak orada ebedî kalacaklardır. Allah katında olan (nimet)ler, iyi (insan)lar için daha hayırlıdır.

199. Gerçekten Ehl-i Kitab’dan öyleleri var ki Allah’a, size indirilen (Kur’an’)a, kendilerine indirilen (kitap)lara Allah’a büyük bir saygı duyarak inanırlar. (Onlar,) Allah’ın âyetlerini az bir değere (dünyalık menfaate) satmazlar. İşte onlara Rableri katında mükâfatlar vardır. Elbette Allah, hesabı çok çabuk görendir. [krş. 2/121]

200. Ey iman edenler! (Nefsinizin arzularına, çeşitli zorluklara, her türlü düşmanlarınıza karşı) dayanın, sabır ve sebat yarışına girin, murâbıt olun (nöbet halinde imiş gibi bekleyin, cihada hazırlıklı olun) ve Allah’tan korkun (emirlerine uygun yaşayın) ki kurtuluşa eresiniz.


[1] Sûre bir bütünlük içinde birkaç konuyu içine alır. 1-32. âyetler Allah ve âhiret inancından; 33-101. âyetler hıristiyanlar ile yahudilerden ve her ikisini İslâm’a davetten; 102-120. âyetler Ehl-i Kitab’ın tarihteki yaptıklarından ve onlara karşı uyanık olmaktan; 120-200. âyetler Uhud savaşından ve müslümanların cesaretlenmesinden, Kur’an’ı tebliğ ve İslâm’a davet gereğinden bahsetmektedir.

[2] Hayy ve Kayyûm, “daima diri, zâtıyla kâim ve bütün varlıkları gözetip yöneten” demek olup rivayet edilen üç ‘İsm-i A‘zam’dan biridir. [bk. 2/255; 20/111]

[3] Tevrat; İbranice bir kelime olup kânun, şeriat ve öğreti anlamına gelir. Tevrat’a, Ahd-i Atîk ve Ahd-i Kadîm de denir. İncil; müjde, tâlim ve öğreti anlamına gelir.

[4] Müteşâbih: Lügatte, birbirine benzeyen demektir. Terim olarak anlamı birden fazla olup, zâhir (dış) mânasıyla tam anlaşılamayan ve gerçek mânası Allah’a havale edilen ya da birçok anlama gelme ihtimali olup bunlardan birini tercihte zorluk olan kelime ve kelâmdır. Bunlar, “Elif lâm mîm, Tâhâ” gibi ‘Hurûf-u mukatta’alarla, Allah’ın “eli”, “yüzü” “rızası” “cennet ve arş” gibi ifadeler ve “basîr ve kadîr” gibi sıfatlardır. Ancak Müteahhirîn (sonraki âlimler) bid‘at ehli mezheplere “dur” diyebilmek için bunlardan gerekli görülenlere, İslâm’ın ruhuna ve tevil şartlarına uygun olarak mâna vermişlerdir. Biz de bunları tercih ettik. [bk. 2/1 ve dipnotu]

[5] Kendilerini ve sistemlerini ilâhlaştırıp Allah’ın gönderdiğini dışladılar.

[6] Bedir gazvesinde (Hicrî. 2/Milâdî. 623) Resûlullah’ın ordusu 312, buna karşılık müşrikler 950 kişi idi. Silah bakımından da müşrikler kat kat fazla idi. Âyet-i kerîmede “müslümanların kendilerini çok görmesi” şeklinde verilen mâna ile Enfâl sûresi 8/44. âyette iki tarafın birbirini az gördü mânasına uygun düşmesi sağlanmıştır. [İbni Cüzey, s. 5-52]. İşte İslâm’ın hâkim olması için malını ve canını ortaya koyan imanlı topluluğa, Allahu zül-celâl de böylece yardım ve galibiyet ihsan etti. [bk. 3/124; 8/7-12]

[7] İnsanlar, Allah’ın verdiği nimetlerden faydalanmalı, helalinden servet edinmeli, fakat onların kulu, kölesi olmamalıdır. [bk. 18/46; 24/37; 57/20-21; 63/9]

[8] Taberî, III, 286.

[9] İslâm genel anlamda, Allah’a ve O’ndan gelenlere iman edip kayıtsız şartsız teslim olmaktır. Müslüman ise yüce Allah’ın gönderdiğine ve Resûlü Muhammed’in (sas.) bildirdiğine içtenlikle inanıp teslim olandır. Bütün ilâhî dinler, tevhid ve Allah’a teslimiyet itibariyle aslında İslâm ise de, hepsinin aslî özelliği değişikliğe uğramıştır ve gerçekliği kalmamıştır. Bundan dolayı Hz. Muhammed’in (sas.) getirdiği İslâm, bütün dinlerin en mükemmeli ve Allahu Teâlâ’nın gönderdiği en son tevhid dinidir. İslâm, yalnız Allah ile kul arasında bir olay olmayıp sosyal ve hukukî esaslarıyla hem dünya hem de âhiret saadetini temin eden ve kaynağını Kur’an’dan alan ilâhî bir dindir; beşerin koyduğu sistemler dînî olmadığı gibi, Hıristiyanlıktaki kilise misali yalnız câmide îfâ edilen bir din de değildir. İslâm dîni, içine aldığı iman, ibadet, ahlâk, muâmelât ve ceza hükümleriyle bir bütündür. Bundan dolayı Kur’an hükümlerinden birini reddeden veya beğenmeyen kimse dinden çıkar (bk. 2/85; 3/32, 85; 4/167-168). Çünkü İslâm’ın esasları, tamamen Allah tarafından konulmuştur. Gerçekten iman edenler, o hükümlerle amel etmekle mükelleftir. Bir kimsenin; mü’min, fâsık, münâfık, kâfir ve zalim gibi isimler alması da İslâm’ın hükümlerine karşı takındığı inanç, amel ve tavırlara göredir. Böylece İslâm, kişilerin kafalarındaki ikonlarla/putlarla beraber kabul edilen bir din olmayıp, hem menfaat ve mevkilere hem de heva ve heveslere uygun gelen yönleriyle alınarak uygulanan bir din de değildir. Bir müslüman da, müslüman olarak bunun dışında bir İslâm düşünemez. İslâm dîni yücedir, ancak onunla yücelmek isteyenler yücelir. Eğer din hayatın işlevinden koparılırsa, hayat dinsizleşir. Her türlü gayr-ı meşrû olan şeyler meşru hale gelir ve toplumun çürüyüp çökmesinin başlıca sebebi olur. [bk. 3/85; 42/21; 45/18]

[10] Kitaplarında değişiklik yaparak gizledikleri Hz. Peygamber’e dair bilgiler ortaya çıkınca. [bk. 6/70; 7/51 ve açıklaması]

[11] Buradaki “İmran ailesi”nden maksadın, tercih edilen görüşe ve bundan sonraki âyetlere bakılırsa Hz. Meryem’in anne ve babası olduğu anlaşılır.

[12] Meryem: “Allah’ın kulu” demektir. O toplumda erkek ismi olarak kullanılırdı.

[13] 3/45’te de geçtiği üzere, Hz. İsa’ya “Allah’ın kelimesi” denilmesi, ekserî müfessirlere göre Allah’ın “ol/kün” emri ile babasız dünyaya gelmesi dolayısıyladır. Bu konuda farklı görüşler de vardır.

[14] Hz. Yahya’nın Hz. İsa‘dan altı ay büyük olduğu rivayet edilmiştir. Yahya (as.), Hz. İsa’nın göğe yükseltilmesinden önce bir kadın tarafından şehit edilmiştir. (Elmalılı, II, 1096).

[15] O sırada Zekeriya (as.) 120, hanımı 98 yaşında idi.

[16] Âyet-i kerîmede geçtiği üzere “havâri” kelimesi; arkadaş, dost, sahip, yardımcı demek olup, aslı “havarya”dır ve Arapça’ya Habeşçe’den geçmiştir. İbranice’si de “heverim”dir. Havâriler, Hz. İsa’ya ve Allah’tan getirdiği dîne yardım etmeyi taahhüt etmiş olan sahâbîlerdir. Hıristiyanlara “Nasârâ” denmesi de havârilerin Hz. İsa’ya nusret (yardım) biatı etmelerindendir (Elmalılı, II, 1108). [bk. 5/111-113]

[17] Hz. İsa’yı aralarından yukarı kaldırdı ve onu öldürmek isteyeni de Hz. İsa’ya benzetti de onu öldürdüler. [bk. 4/157-158]

[18] Âyette geçen “teveffî” kelimesi vefat ettirme/canını alma ve “kabada” (tutup alma ve teslim alma) anlamlarına gelir. 6/60 ve 39/42. âyetlerde geçtiği üzere burada da öldürme anlamına değildir. Çünkü onu o anda öldürünce, öldürmek isteyenlerin maksadı hâsıl olduğundan, içlerinden alıp yükseltmeye lüzum kalmayacaktır. ‘Onu öldürdüler fakat ruhen yükseldi’ de diyemeyiz, çünkü ölünce ruhu zaten alçakta kalmayacaktır. Bu aradaki “vav” da tertip/sıra için değil cem/birliktelik içindir. İbni Kesîr tefsirinde, çoğunluk müfessirlerin “uyku halinde iken kaldırma” dediklerini, İbni Cerîr et-Taberî’nin de “alıp kaldırma” anlamı verdiğini nakleder. [bk. Muhtasaru İbni Kesîr, I, 286. Diğer âyetler için bk. 4/156-158; 5/117; 6/60; 39/42]

[19] Allahu Teâlâ’nın bu lanetleşme emri üzerine, Necran hıristiyanları korkup buna yanaşmamışlar, böylece Kur’an’ın bu daveti karşısında mağlup olmuşlardır.

[20] Esasen İbranice bir kelime olan Tevrat, “Şeri‘at ve hak kelâmı, doğru söz” demektir. İncil de Süryânice bir kelime olup, “göz nuru” demektir. İncil, “müjde” anlamına da gelmektedir.

[21] Hz. İbrahim, yahudi, hıristiyan ve müşrik olmayıp tevhid ehli bir müslümandı. Bundan dolayı İslâm’dan başkası makbul ve İbrahimî din değildir. [bk. 3/83, 85] Çünkü onların haniflik/tevhidlik özelliği ve geçerliliği kalmamıştır. Yahudi dîninin kaynaklarına ve inanışlarına göre Yahve, yalnız yahudilerin yani İsrâiloğulları’nın millî tanrısıdır. “Kabbala” ve “Zohar” adlı kitaplarına da bakılırsa Yahve’nin bir de Sakineh adlı karısı vardır. Onlar, Üzeyr (as.) için de “Allah’ın oğlu” dediler (9/30). Hıristiyanlar da Hz İsa’ya “Allah’ın oğlu” dediler. Baba, Oğul, Rûhu’l-Kudüs şeklinde Allah’ı üçlediler. Böylece hepsi tek tanrılı (monoteist) din iken çok tanrılı (politeist) din haline dönüşerek kâfir oldular (5/17, 72-73; 9/30) İslâm’da/Kur’an’da ise Allah, Rabbu’l-âlemîn (bütün âlemlerin Rabbi)dir. Bir’dir, doğmamış ve doğurmamıştır, hiçbir şeye muhtaç değildir. Eşi ve benzeri/dengi ve ortağı yoktur. [bk. 3/64; 112/1-4; Ali Arslan Aydın, s. 184-185]

[22] İbni Kesîr (Sâbûnî), I, 191.

[23] Yahudi ve hıristiyanlar kendi dinlerine girmeyen müslümanları kendilerinden aşağı görür ve beğenmezler. [krş. 2/120]

[24] Mukâtil, s. 14.

[25] Enes (ra.) Hz. Peygamber’den, “Kıntar”ın bin dînar olduğunu rivayet etmiştir. İbni Abbas (ra.) da böyle olduğunu söylemiştir (bk. Râzî, VI, 193). Bir dînar ise çeyrek lira kıymetinde eski altın bir paradır.

[26] Her peygamber yalnız Allah’a kul olmaya çağırmıştır. Fakat hıristiyanlar dinlerini tahrif ettiklerinden, peygamberlerini ilâhlaştırmışlardır.

[27] Veya “ihlaslı bilginler” olun. Bu ifadelerle yüce Allah, “Yalnız Allah’a ibadet edin; peygamberleri Allah yerine koymayın ve Peygamber’e ilâhlık nispet etmeyin.” buyurmaktadır. Çünkü hıristiyanlar, mucize olarak babasız doğuşundan dolayı Hz. İsa’yı tanrı kabul etmişlerdi. Allahu Teâlâ da bunları onun dilinden reddettiğini âyetlerle bildirmiştir. [bk. 5/116-117; 19/30-36]

[28] Yüksek düşünce ve anlayışı, Kitab’ın tefsir ve uygulamasını veya hadisi.

[29] Bu topluluk, ilmiyle Allah’ın rızasına uygun amel eden alimler ve yöneticiler ile ona maddî ve mânevî destek veren cemaat veya cemiyetlerden oluşur. [krş. 3/110]

[30] Âyetteki “kâime” kelimesine “Allah’ın emirlerini tutan” mânası verilmiştir.

[31] Yahudi hahamları ve Ehl-i Kitab’dan bir çoğu, içlerinden Abdullah b. Selâm (ra.) ile birlikte İslâm’a girenlere karşı, “Siz en kötü insanlarsınız, bu dine girmekle kendinize yazık ettiniz.” demişlerdi (Mehmed Vehbi, II, 702). [Ehl-i Kitab’ın iman durumu hakkında bk. 7/156-157; 22/16-17; 41/30]

[32] Âyet-i kerîmedeki “Kitab” Kur’an anlamına geldiği gibi, bütün ilâhî kitaplar mânasına da gelmektedir. Allah’a iman edenler, O’nun bütün kitaplarına, Kur’an’ın tamamına inanır ve onu hayatlarına hâkim kılarlar. Münâfıklar ise işlerine geldiği şekilde inanırlar veya inanır gözükürler. Ehl-i Kitab, sadece kendi kitaplarına inanır, kâfirler ise hiçbir kitaba inanmazlar.

[33] Yukarıdaki iki âyetten anlaşıldığı üzere, münâfıkların gayesi ve planı; müslümanların yanında onlardan menfaat elde etmek ve onların sırtından geçinmek için müslüman gözükmek, diğer taraftan onları dinlerini yaşamak istemelerinden dolayı sıkıntıya sokmak veya sıkıntılarına, imkânlarına rağmen seyirci kalmaktır. [bk. 2/14]

[34] Hazreç kabilesinden Selemeoğulları ve Evs kabilesinden Hârisoğulları.

[35] Bedir, Medine’nin 80 mil/151.6 km. güney batısında, Mekke-Sûriye yolu üzerinde bir köydür. Bedir savaşı, 2. Hicrî/624. Milâdî yılında Ramazan/Mart ayında olmuştur.

[36] Bu ikinci aşamada başlangıç olarak faizin özellikle kat kat olanına kesin yasak getirilmiş, kurtuluşa ermek için Allah’ın emirlerine uygun yaşamak gerektiğine işaret edilmiştir. Aynı zamanda 2/278-279 ve 30/39. âyetlerle faizin her türlüsü ve batıl kazanç (4/29) yasak edildiğinden, artık burada da azı yenebilir gibi mefhûm-ı muhalifi (aksi mâna)nın anlaşılması söz konusu olamaz.

[37] Mevlânâ bu durumu şöyle ifade eder: “Süt emen çocuk dadıdan vazgeçti mi yemek yemeye başlar, artık onu bırakır gider. Sen topraktan biten taneler gibi, yerin sütüne (maddesine) bağlanmış, ona alışmışsın. Kalplerin gıdasına alış da bu sütten kesilmeye bak. (Yoksa) ot gibi ayağın yere bağlı… Hakikate erişemez de bir yelle başını sallar durursun. (Takvâya ve ihsana ulaşamaz çürüyüp gidersin).” [Mesnevî, III, 1280. beyt]

[38] Uhud gazvesinde müşrik Abdullah b. Kâmi‘a’nın attığı taş ile Resûlullah’ın mübarek yüzü yaralanmış, dişi kırılmıştı. Bunun üzerine o, “Onu öldürdüm.” diye yalan yaymıştı da bu yüzden ashab paniğe kapılmıştı. Bunun üzerine bu âyet indirildi. Ayrıca Peygamberimiz (sas.) vefat edince başta Hz. Ömer olmak üzere sahabe müthiş bir üzüntü içinde idi ki Hz. Ebû Bekir bu âyeti okuyunca hepsi gerçeği kabullenip sakinleştiler.

[39] Âyet-i kerîmedeki “ribbiyyûn” kelimesine başta İbni Abbas ve Mücahid (r.anhüm) olmak üzere dokuz sahabe bu mânayı vermişlerdir. Süfyân-ı Sevrî, “Rabbe kul olanlar (Allah erleri)”, Abdürrezzâk da Hasan’dan rivayetle, “muttakî âlimler,” diye tefsir etmişlerdir.

[40] Gayrimüslimlerin bir çoğunun gayesi, öteden beri, kendilerine hasım gördükleri İslâm’ı kökten yok etmek ve müslümanları dinlerine ya da dinsizliğe çevirmek olmuştur. Bunu da ya onları sömürge yapmak veya yerli yandaşları eliyle, önce aşağılık kompleksine itip batıcı/ilerici, çağdaş olma imajıyla kültüründen koparmak, İslâm’ı ve Kur’an’ı hayatlarından dışlatmak veya onu göstermelik olarak bazen kullanan bir toplum haline getirmek; aynı zamanda İslâm’a aykırı yönleriyle kendi (hıristiyan ve yahudi) kültürünü benimsetip yerleştirmek, ferdi ilâhlaştırmak suretiyle yapmışlardır. Bazen de bunu, İslâm’a ya açıktan ya da içten içe düşmanlık yapan münâfıklar üretmek suretiyle yaparlar (bk. 2/120). İşte yüce Allah, buna karşı mü’minleri uyarmaktadır. [krş. 3/100]

[41] Bedir gazvesinde ganimetlerden bir kadife kumaş kaybolmuş, münâfıklar, “onu herhalde Peygamber almıştır” diye iftira etmişlerdi. Âyet bu olay üzerine nazil oldu.

[42] Âyet-i kerîmedeki “hikmet”, Allahu Teâlâ’nın Resûlü’ne indirdiği Kur’an’ın hükümlerini, gizli ve ince mânalarını anlama, onu yaşama, onunla hükmetme ve onu uygulama ilmidir; bunu da Resûlullah (sas.), sünnetiyle ortaya koymuştur. Kendisi de, “Şüphesiz bana bir Kitab ve onunla birlikte bir benzeri (açıklama ve uygulama ilmi) verilmiştir.” buyurmuştur (Ebû Davud (Koçaslı), V, 4604). Buhârî’de de Resûlullah (sas.), “Bütün ümmetim cennete girecek, ancak sünneti hesaba katmayanlar giremeyecekler.” buyurmuştur. Yüce Allah da Kur’an’da ona itaati emretmiştir (bk. 2/269, 3/32; 4/59-60, 80; 33/21). Bir de İmran b. Husayn (v. 52/672), “Kur’an’dan başkasından bahsetmeyin.” diyen adamı, “namaz, zekât vb. hükümleri nereden öğrendin?” diyerek meclisten kovmuştur (Şâtıbî, IV, 26).

[43] Medineli müslümanlara korku vermek ve propaganda yapmak için gönderilen Nu‘aym adlı kişi veya şeytanın bizzat kendisi (Beydâvî).

[44] Bk. 2/Bakara, 61.

[45] Âyet-i kerîmedeki, “Rabbinize iman edin.” çağrısına kulak verip gönül açanlar tam bir teslimiyetle “iman ettik” demişlerdir. Bu çok mühim bir olaydır. Küfür, şirk ve tâğûtların hâkim olduğu bir çağ ve toplumda onları terkedip Allah’a kesin teslimiyetle iman etmek ve Resûlü ile beraber olmaya karar vermek, karanlıktan aydınlık çağa geçmek demektir. Çünkü câhiliye müşrikleri hem “Allah’a inanıyorum.” diyorlar hem de put heykellerin önüne gidip sığınma, yaranma ve bağlılık tâzimleri gösteriyorlar, mahsullerinden/gelirlerinden yarısını onlar için, yarısını da Allah için pay ediyorlar, işlerini de tâğûtla hallediyorlardı. Bu ve benzeri âyet-i kerîmeler aynı zamanda, Allah’a imanla teslim olanların yapacağı dua ve niyaz şekillerini öğretmektedir. [bk. 2/286]

[46] Bu âyetler (3/191-194) Allah’a yapılacak duanın ilâhî bir örneği ve ifadesidir. Câfer-i Sâdık (ra.), “Kim bir derde veya musibete giriftâr olur veya olacağından endişe eder de beş defa ‘Rabbenâ’ derse Allah o kişiyi lütfu ile selamete çıkarır.” demiş ve sonra da bu âyetleri okumuştur. Hasan-ı Basrî de bunu teyit eder.